Perde açıldı, oyun başladı ve biz, Şekspir’in baş karakterlerini canlandıran Sör Donald’ın kostümcüsünü, müstear adıyla Giydiriciyi çok sevdik.
Naif, efemine ve kadınsız, hatta biraz da kadın düşmanı, çok bilmiş, çok şey görmüş geçirmiş, azıcık da alkolik, yaşlı biriydi.
Sahne arkasında, onun 29 sene süren dokunuşlarıyla baş aktör Sör Donald giyinip kuşanıyor, makyajını tamamlıyor ve tiyatrosunun kapılarını seyircisine açıyor; hasılı, ne onunla ne de onsuz ediyordu.
Giydiricinin adı Norman, tıpkı Capon Çayevi romanındaki zavallı çaycı Nuridin gibi, toplum dışında kalmış eksik biri aslında.
Norman, Kapitalizmin ürettiği insan tipolojilerinden birisi olarak, Rus romancı Turgenyev‘in Lişnii Çelovek başlığını taşıyan hikâyesinde yer aldığınca, lüzumsuz bir adam.
Olmasa da olur, ama olmalı.
Çünkü hayat hep beraber güzel…
Onun yerine Sör Donald’ı oyun kostümlerini giydirecek birisi de bulunurdu.
Robert Musil‘in Niteliksiz Adam’ını alın, Yusuf Atılgan‘ın Aylak Adam’ına kadar pek geniş bir yelpaze içinde bu lüzumsuz adamlar, edebiyatın sayfalarında kendilerini gösteriyor.
Bu kez, İngiliz yazar Ronald Harwood’un 1980’den beri dünya sahnelerinden inmeyen, ardı arkasına ödülleri omuzlarına takınmış, insan ruhunun derinliğini sorgulayan eserinde karşımıza LÜZUMSUZ ADAM, efemine-çocuk ruhlu- giydirici NORMAN olarak çıkıyor.
Ona acıyoruz sonunda, aslında kendi içimizeki saklı öteki Norman’ları görmemek için ona acımamız gerekiyor ve üstü çabucak örtülecek utancımızla, sahneyi alkışlarken Norman’a pek üzülüyoruz.
İstanbul Devlet Tiyatrosu sahnelerinde Giydirici başlıklı oyun 1996-97 döneminde sahnelenmişti.
Muhteşem isimlerin elindeydi: Arsen Gürzap yönetmiş, eşi Can Gürzap oynamıştı; daha kimler yoktu ki, Işıl Yücesoy gibi nice isimler.
Uzun bir aradan sonra tekrar, iki yıldan bu yana tiyatro sahnelerinde. Bu kez yönetmeni Hakan Çimenser, aynı zamanda Sör Donald rolünde. Tüm oyunculara binlerce alkış!
Fakat asıl giydirici-kostümcü/The Dresser rolünü üzerine almış bulunan, neyi üstlendiğini farkında mıydı bu işe kalkışırken bilemediğim, Norman’ı canlandıran aktör Celal Kadri Kınoğlu‘yu burada bin kez daha alkışlamalı.
Ben, çok uzun zamandır, sahneye bu kadar can veren bir aktör izlememiştim.
Norman, Şekspiryen gelenekte tiyatro eserleri oynayan Sir Donald Wolfit‘in gerçek yaşamından [1902-1968, İngiliz dramatist oyuncudur], ona kostümcü olarak hizmet eden biri olarak karşımıza çıkıyor. Sahne bir kulis, kulisin Sir’e (Sör’e) ayrılmış özel odasıyla karşımızdadır; basit bir dekor, lüzumlu birkaç şey dışında ortalıkta kalabalık yok. Bu yönüyle karşımızda bir tür Brecht Tiyatrosu epik dekoru var hissine kapılıyoruz.
Olayın geçtiği dönem, İngiltere’nin The Blitz olarak adlandırılan, Fırtına saldırısıyla örtüşecek 1940-41 arasında sürekli bombalandığı yıllara aittir. Kral Lear’i oynayacak Sör Donald’ın oyun sırasında fırtına sahnesine habire vurguda bulunması, gönderme yapmasına dikkat ediniz! Sık sık duyulan uçak, alarm, bombalama sesleri altında turnedeki kumpanyanın oynayacağı Kral Lear oyunundan evvel kulisteyiz ve yaşlı aktör Sör Donald’ın artık sahneye çıkamayacağı, çok hasta ve yetersiz olduğu kuşkularını bize aktaran konuşmalarla oyuna başlarız. Zira hem Sör’ün uzatmalı sevgilisi Lady, hem sahne amiri olup yirmi sene boyunca gizli bir aşkla aktöre bağlı Madam Madge oyunun iptalini isterken, aklı başında olmayan Sör’ü sahneye tekrar hazırlamak azmindeki Giydirici’nin bu ısrarı, oyun başlarında, bir tiyatro ve aktöre bağlılık gibi algılanır. Tarafımızdan derhal takdir görür.
Giydirici her halükârda aktörünü hazırlamak ve sahneye çıkartmak için elinden geleni yapar. Bütün bu çabalarına ait onun komedisini, Lady ve Madge’in oynadığı dram ve kumpanyanın diğer oyuncularının alegorik gösterimleri dengelemektedir.
Biz saf oyuncular zannederiz ki, Norman bütün iyicil, temiz kalpli ve deontolojik çabalarıyla oyunun devamını istemektedir, sahneye çıkması gereken Sör’ün oynayacağı Kral Lear’ın izlenmesini beklemektedir.
Nitekim giydiricinin çabalarıyla zar zor baş aktör sahneye çıkar, oyunu güçlükle tamamlar. Kulise dönüyoruz; Giydirici Norman oradadır, ¨Efendisini¨ beklemektedir.
Sör gelir, üstünü başını çıkartır, kısa süre sonra fenalaşarak orada hayatını kaybeder.
İşte o an, Norman’ın öteki yüzünü, tıpkı Capon Çayevi’ndeki Nuridin’in birden kötü insan olma kabiliyetini, Hanna Arendt deyişiyle kötülüğün sıradanlığını izleriz.
Öküz ölmüş ortaklık bozulmuş, harç bitmiş yapı paydos edilmiştir.
Bundan sonra Norman ne yapacaktır?
Bizim Norman’ımız, şimdi, hayatını yitirmiş ve 29 sene boyunca onun sırtına elbise geçirmekle geçimini üzerinden sağladığı insanın yok oluşuyla gelecek kaygısı, telaşesi ve ümitsizliği içinde kötü biri olur çıkar.
Son haftalığını almadığını söyler, parasını talep eder; bu yaştan sonra nereye, hangi bakımevine tek başına gideceğini sorgular hepimizin önünde. Bağırır çağırır, kimseye ve ölüye de saygısı yok olur, gider. Karşımızda parasını talep eden bir işportacı vardır, sanki.
Dahası Sör’ün ölmeden evvel kaleme aldığı bir tiyatro hatıratı eserinin manisküript- el yazmaları çekmeceden bulup, iki ara bir derede, oraya kendi adını teşekkür edilecekler listesine ekler.
Biz yine de onu alkışlarız. Çünkü o bize insanın gerçek yüzünü göstermiştir.
Celal Kadri’nin muhteşem oyunculuğuyla karşılaştığımız efemine Bay Norman, Hegelci Köle-Efendi ilişkisine ait bütün felsefi anlatımları bize kısaca ve özetle anlatıyor; Carl Schmitt’in Dost-Düşman ayrımından tutunuz, Machiavelli’nin fortuna ve virtue kavramlarına kadar uzanan insanın zavallı ve güçlü hâllerini sahnede size gösteriyor.
Elbette buna şaşıracak ne var!
Nihayetinde bir oyun izledik ve Shakespeare’in dediğince ¨Tiyatro insana insanı insanca anlatma sanatıdır¨ sözüne uygun biçimde bize bizi anlatan birisiyle karşılaştık.
Çok merak ediyorsanız, kendinize veya yakın çevrenize bakınız.
Norman’ları orada görürsünüz.
İçimizdeki Norman’ı hiç görmeyiz, görmek istemeyiz ama…