“Börklüce Mustafa – Güneşin altında çarmıha gerilenler” Alman yazar, yayıncı ve müzisyen Leopold Schefer´in 1839´da “Der Gekreuzigte oder Nichts Altes unter der Sonne” adıyla kaleme aldığı bir novel. Bu eser, yazıları Avrupa Postası´nda da yayınlanan iki değerli arkadaşımın (İlhami Yazgan ile Ganime Gülmez´in) çabasıyla geçtiğimiz Eylül (2019) ayında Türkçe´ye kazandırılarak Ceylan yay. tarafından basıldı.
Böylece kitap bahsettiği coğrafyanın insanlarıyla, yani esas muhatabıyla ilk kez buluşmuş oldu. Bu yanıyla sevgili İlhami Yazgan´a ve Ganime Gülmez´e ne kadar teşekkür etsek yine de eksik kalacak sanırım.
“Benim olan senindir…”
Kitabı okuyup bitirdikten sonra kafama takılan bir soruya cevap almak umuduyla İlhami´yi aradım. Leopold Schefer´in bu kitabı yazmaktaki motivasyonu neydi? İlhami için sorumu cevaplamak zor olmadı; Çünkü Leopold Schefer varlıklı yani avantajlı bir sınıfa mensup olduğu halde, eşit ve adil bir dünya görüşüne sahipti. 13.-14. y.y.´da Anadolu’nun ege kıyılarında yaşanan bu isyanın onun çalışma malzemesi haline gelmesi de bu nedenden ötürü çok doğaldı. Tabi, sadece kitabını çevirmekle kalmayıp, Leopold Schefer´in hayatıyla da ilgili geniş bir araştırma yapan İlhami, kendi dünya görüşünü, başka bir deyişle kitabı bulmakta ve çevirmekteki kendi motivasyonunu da Ganime´yle birlikte hazırladığı önsözde şöyle “ele veriyordu”:
“Piyasalardaki çevirmen statüsü dışında kalan iki insanın henüz yüz yüze tanışmadan gerçekleştirdiği bir emek süreci oldu bu çeviri. Schefer´in kaleminde birbirini tamamlayan üç adamla birlikte, birbirini tanımayan iki insan olarak çıktık bu yolculuğa. Bu ürünü BENİM OLAN SENİNDİR ütopyasını irdeleyenlerle ya da ona gönül verenlerle paylaşabilmeyi umut ettik tüm yüreğimizle sadece.”
İlhami Yazgan (Köln)
Ganime Gülmez (Giesen)
Nazım Hikmet´in Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı
Şeyh Bedreddin´i ve onunla birlikte ortak-adil bir yaşamı kurmak için isyana kalkan müritlerini (başta Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal olmak üzere) hemen hepimiz Nazım Hikmet’in yazdığı destandan biliriz. Sonra o destanın tınılarla buluştugu şarkılardan, Zülfü Livaneli´nin Cem Karaca´nın yorumlarından, sahneye çıkan tiyatro oyunlarından… vs. Bütün bu bahsettiklerime yakından baktığımızda gerçekten de hepsinde İlhami Yazgan ve Ganime Gülmez´in ifade ettiği “Benim olan senindir” anlayışına rastlarız.
Bu anlayışın Nazım Hikmet için de en önemli motivasyon olduğunu Bursa cezaevinde destanı kurgularken yazdığı notlardan öğreniyoruz.
“Darülfünün İlâhiyat Fakültesi tarihi kelâm müderrisi Mehemmed Şerefeddin Efendinin 1925-1341 senesinde Evkafı İslâmiye Matbaasında basılan «Simavne Kadısı oğlu Bedreddin» isimli risalesini okuyordum. Risalenin altmış beşinci sayfasına gelmiştim. Cenevizlilere sırkâtip olarak hizmet eden Dukas, tarihi kelâm müderrisinin bu altmış beşinci sayfasında diyordu ki:
“O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kâin ve avam lisanında Stilaryum – Karaburun tesmiye edilen dağlık bir memlekette âdi bir Türk köylüsü meydana çıktı. Stilaryum Sakız adası karşısında kâindir. Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaşi ve arâzi gibi şeylerin kâffesinin umumun mâli müştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.”
Stilaryumdaki âdi Türk köylüsüsün vaız ve nasihatlarını bu kadar vuzuhla anlatan Cenevizlilerin sırkâtibi, siyah kadife elbisesi, sivri sakalı, sarı uzun merasimli yüzüyle gözümün önüne geldi. Simavne Kadısı oğlu Bedreddinin en büyük müridine, Börklüce Mustafaya «âdi» demesi, her iki manasında da, beni güldürdü. Sonra birdenbire risalenin müellifi Mehemmed Şerefeddin Efendiyi düşündüm. Risalesinde Bedreddinin gayesinden bahsederken, «Erzak, mevâşi ve arâzi gibi şeylerin umumî mali müşterek addedilmesini tavsiye eden Börklücenin kadınları bundan istisna etmesi bizce efkârı umumiyyeye karşı ihtiyar etmiş olduğu bir takiyye ve tesettürdür. Zira vahdeti mevcûda kail olan şeyhinin Mustafaya bunu istisna ettirecek bir dersi hususiyet vermediği muhakkaktır,» diyen bu tarihi kelâm müderrisini asırların üstüne remil atıp insanların zamirini keşfetmekte yedi tulâ sahibi buldum. Ve Marksla Engelsten iki cümle geldi aklıma: «Burjuva için karısı alelâde bir istihsal âletidir. Burjuvazi, istihsal âletlerinin içtimaileştirileceğini duyunca tabiatiyle bundan içtimaileştirilmenin kadınlara da teşmil edileceği neticesini çıkarıyor.»
………………………………………………………………………………………………….
Bu İlâhiyat Fakültesi müderrisinin sülüs yazısından, kamış kaleminden, dividinden ve rıhından Bedreddinimi kurtarmak lâzım, diye düşünüyorum. Aklımda İbni Arabşahtan, Âşıkpaşazâdeden, Neşriden, İdrisi Bitlisiden, Dukastan ve hattâ Şerefeddin Efendiden okuya okuya ezberlediğim satırlar var:………..”
Evet, bu notların sonrası Türkçe edebiyatın baş yapıtlarından biri olan Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı.
Tarihsel Olaylara Tarihbiliminin Ölçütleriyle Bakmak
Bu tarihsel yaşanmışlık her ne kadar kültür, sanat ve edebiyat metinlerine konu olsa da esas olarak ele alınması gereken alanın eğitim-öğretim kurumları, yani tarih dersleri olduğunu düşünüyorum. Malesef bizim kuşağımızın Şeyh Bedreddin´i, Börklüce Mustafa´yı ve Torlak Kemal´i okul kitaplarında öğrenme şansımız olmadı. Okul sıralarında öğrendiğimiz tarih Osmanlı devletinin kuruluş, yükseliş ve yıkılış dönemiyle ilgili saraya dayalı bilgilerdi. Bu üç dönemin içinde; Halk nasıl yaşar?, Ne yapar? Hangi etnik ve sosyal gruplar Osmanlı diktası altında kalır? İsyanlar hangi şartlarda, nasıl bastırılır? gibi sorular açıkta kalırdı. Hatta resmi tarihin yüzeysel ama mutlak verilerine öyle alışırdık ki, bir süre sonra soru sormak aklımıza bile gelmezdi.
Bu konuda son yıllarda yapılan akademik çalışmalarsa, şimdilik sadece ilgili-entellektüel çevreye hitap edecek durumda. Yine de sevindirici olan bu çalışmalardan biri 2016 yılında İzmir´de gerçekleşen Uluslararası Börklüce Mustafa Sempozyumu. Konuyla ilgilenenlerin internet ortamından rahatlıkla ulaşabileceği sayfayı da bu vesileyle burada vermiş olalım.