Yirminci Yüzyılın demir atmış en önemli meselelerinden biri, Titanic’tir. Mahmut Paşa yokuşu dağınıklığında pek çok hikâyesi vardır; filmi bile var. 108 yıl evvel battı, 1912’de… Bilmeyenimiz yok, hatta birbirine güvertede sabah âşık olmuş burjuva kızıyla proleter İrlandalı delikanlının gece yarısı denize ha düştüler ha düşecekler gibi bizleri helecan içinde bırakan geminin pruvasında poz verdikleri sahnesiyle ünlü Hollywood filminin jeneriğine kadar biliyoruz.
¨Evladım ne işiniz var orada! Maazallah üşütüp zatülcenp olacaksınız…¨
Aşkın gözü kördür, olur böyle şeyler…
Titanic’i böylesine ünlü yapan neydi sorusunun ucu açıktır, pek çok cevabı vardır.
Her bir cevap yeni sualleri arkasından sürüklüyor ve biz, bir türlü Titanic muammasını halledemiyoruz.
Şunu dibe oturduğu yerden bir çıkartıp kuruttuktan sonra havalandırıp herkese bir gösterseler; rahatlayacağız.
Şimdi uzun uzadıya Titanic’in nasıl yola çıktığını, Kanada kıyılarına doğru yaklaşırken geceleyin nasıl da kör gözüm parmağına misali bir buzdağına çarptığını, sonra bu devâsa vapuretto’nun kibar hanımefendiler ve centilmen beylere müzik çalan orkestrası, transatlantik sulara gömülürken hâlen son notayı tamamlamak ısrarıyla musiki icra ettiği, bu sırada sular adım adım yükselmekteydi diye denizci efsanesini anlatmaya kalkışmayalım; italik yazıyla girişimizde, anlattık zaten, herkes biliyor.
Özetini versek yeter: İngiltere’nin Southampton limanından arkasında sallanan mendillerle yola çıkar Titanic, New York limanında onu karşılayacaklar vardır.
1912 senesinin 14 Nisan gecesini ertesi güne bağlayan gece yarısı Kanada’nın Newfoundland kıyıları açığında buzdağına çarpar, iki saat kırk dakika sonra batar; batması o kadar sürer… 1635 can kaybı, tahlisiye sandallarına alınan birinci ve lüks mevki yolcuları dışında bütün mevkilerden kadın ve çocuklarla birlikte yedi yüz civarında insan kurtarılır.
Kaptan Edward John Smith gemisini terk etmez ve Kanada’nın 400 mil açığındaki eksi 2 derece sıcaklıkta buzlu suya dalan enkazın içinde yaşamına son verir; istese bir tahlisiye sandalına en son dakikada binerdi, binmemiştir. Böyle kahramanlık hikâyeleri denizcilik facialarında anlatılır ve lafın gidişatının tadı tuzu olur. Orkestra maestrosu da boğazına kadar yükselen buzlu sulara aldırmadan müzisyenlerine Güz Şarkısını-The song of Autumn’u çaldırmaktadır.
Amerika’nın Virgina Eyaletinde federal mahkemenin hakimleri bu şarkıları, denizde yüksek ahlak seciyesi gösteren insanların fedakârâne kahramanlıklarını bir yana koyup okyanus tabanında iki parçaya bölünmüş hâlde bulunan, 4 bin metre dipte üstünü yosun bağlamış enkaza ulaşılması için Titanic’in bugün hâlen yasal sahibi olan R.M.S şirketince yapılmış başvuruyu onayladı. Amerikalı milyarder John Pierpont’un sahibi olduğu şirketin gemisi Titanic, Birleşik Krallık bandıralıydı, İngiliz bayrağı taşıyordu. Pierpont’un İngiltere’deki şirketinin büyük ortağı Bruce Ismay’ın, hani seyrettiğimiz filmde Titanic’de bulunup da gemiyi en başta terk ettiği gösterilen İngiliz iş adamının varisleri batık üzerinde karşılıklı hak iddia ediyor, beri yandan Pierpont’un ailesi de dişli çıkıyor; bu miras meselesi de sürüp gidiyordu. Batığın mülkiyeti üzerine karar verilemez olunmakla beraber, öte yandan 4 bin metre dipteki kütleye ulaşması da kolay yutulur lokma değildi. Nihayet, 1985’de enkaza ulaştılar, robotik dalgıç kameralarıyla görüntüleri ve bazı parçaları da çıkarttılar; o zamandan beri Amerikan ve İngiliz mahkemelerinin tedbir kararıyla kimse aşağıya inmiyor; inmesi de kolay değildir, yürek ister. Ama inilmesi de şart görünüyor, zira aşağıda hazine var!
Mahkemenin izin verdiği dalışa ait müracaat Titanic’in Sessiz Kamara adıyla anılan telsiz odasındaki İtalyan mucit Marconi’nin radyo-telsiz telefon vericisine ulaşmaya aittir. Bundan kısa süre evvel batık civarında yapılan incelemeyle anlaşılmıştır ki, Sessiz Kamara su basıncıyla daha fazla dayanamayacak ve içeride ne varsa okyanus tabanına dağılacaktır. Titanic’in batışına ait her tür bant kayıtlarının da üzerinde olduğu Marconi radyosunun oradan alınması sualtı arkeologlarının işi; robot dalgıçlar hazırlandı, inişi bekliyorlar. Marconi dipten çıkarılırsa Titanic’in buzdağına çarptığı ân, ondan evvelki bir Alman gemisinden gelen uyarı, S.O.S çağrıları, bütün bunların hepsini tekrar dinlemek mümkün olacak; Titanic’in son çığlığı arşive girecek
Bu heyecan uyandıran dalışı ve çıkarılacak Marconi radyosunu suları şıpır şıpır üzerinden damlarken yüzeye alındığında hep beraber TV ekranlarındaki haber bültenlerinde görüp izleyeceğiz.
Fakat izlemesi mirasçıların isteğiyle mümkün olamayacak görünen başka şeyler de var teknede: 300 milyon Dolarlık çoğu elmas olan mücevheratın geminin hazine odasında kilitli kaldığı biliniyor.
Hazine avcılığının bu en modern biçimi ise kamunun gözü önünde, Coram Publico olmayacak. Çil çil altınların, elmasların çıkarılması için yapılan uğraşının maliyeti on milyon Doları geçiyor, bazıları daha fazlası harcanacak diyor; desinler.
Hem böyle gizli kapaklı işlerde masrafa bakılmaz.
Zaten ödeyeni biz değiliz, cebimize de bir şey kalmayacak.
Bizimkisi züğürt tesellisi…