Farklı geçmişleri ve sektörel deneyimleri olan sekiz eski arkadaşımızla eşim Nucan’ın kurduğu ve MiniTank adını verdiği (Mini Think Tank) bir grubumuz var. Grubumuzda herkes kendi ilgi alanları ile o anda ilgilendiği konu/konularla ilgili yazı, makale, kısa film ve benzeri türden bilgiler paylaşırız.
Genç bir yönetmen arkadaşımız da OpenAl’ın yeni versiyon “Sora”sı ile ilgili deneme sonuçları ile teknik analizleri de içeren güncel bir video ve dokümanı paylaştı.
Sınırlı sayıda sinema profesyoneline açılan yeni versiyonun deneme videosunu izleyip teknik analizini okuduğumda bir kez daha çok kritik bir eşikte olduğumuzu fark ederek önce irkildim. Hollywood filmleriyle yarışacak hâle gelen Sora’nın yeni versiyonu, bir yandan hayal dünyamızın sınırlarını zorlarken bir yandan da dezenformasyondan telif haklarına kadar geniş bir yelpazede acilen çözümler geliştirmemiz gereken sayısız riskle ilgili endişelere sebep oluyordu.
Daha önce yaşadığımız hiçbir şeye benzemeyen yeni bir dönem bizi bekliyor. Teknolojinin kullanma biçimi, gücü elinde tutanların vizyonuna ve çıkarlarına göre şekillenir. Elitlerin vizyonu, geçmişte olduğu gibi bu yeni dönemde de bir kez daha her yolu caiz mi kılacak?
2023 Kasım ayında bu platformda yayınlanan “Sinemada Dünya Halleri” başlığındaki yazımda ABD’deki yazarlar grevi süreci ve sonuçlarına yönelik özet bir bilgi yer alıyordu. Örgütlü yazarların YZ teknolojilerinin sektörlerinde ürkütücü genişlemesine karşı elde ettikleri önemli ve bir kısmı devrim niteliğindeki kazanımlarından söz etmiştim. Araya başka uğraşlarım girdiği için bu yazı serisini ne yazık ki istediğim sıklıkta devam ettiremedim.
Amerikan Yazarlar Birliğinin grevi devam ederken ülkedeki en eski ve köklü yazarlar örgütü olan The Authors Guild’in 2023 Temmuz ayında yayınladığı ve birçok önemli yazarın imza koyduğu açık mektup, arkasından yapılan görüşmeler zincirindeki talepler Amazon tarafından dikkate alındı. Amazon, kitaplarını e-kitap olarak satmak isteyen yazarlardan, eserlerinde YZ ile üretilen materyal olup olmadığını (resim, fotoğraf, metin) önceden bildirme zorunluluğunu şart koştu. Arkasından YZ ile yazılan e-kitapların günlük olarak satış sitesine konulması ile ilgili sayısal sınırlama getirerek sektörel infiali bir nebze de olsa hafifletmek istedi.
Amazon gibi Sinema Filmi ve Televizyon Yapımcılar Birliği de (AMPTP) grevin sektöre verdiği milyarlarca dolarlık zararı hesaba katmak zorunda kaldılar. Örgütlü olmanın ve direnmenin sonuçları olarak önemli bir eşik aşılmış oldu. Ancak üretenlerin önünde daha çok yol var.
Yaratıcı sektörlerde bulunan üretici bireylerin YZ’ya yoğun itirazlarının motivasyonu sadece “işlerini kaybetme ve daha az telif geliri elde etme korkusu” değil kuşkusuz.
YZ, son yıllarda hızla artan bir gelişmişlikle birçok alanda olduğu gibi yaratıcılık sektöründe de dalga dalga büyüyen bir etki yarattı. Şiirler, resimler, romanlar, senaryolar hatta müzik eserleri gibi “sanat” eserleri ortaya çıkaran modelleri geliştirildi.
Konuyu yaratıcı sektörlerin YZ teknolojisine eleştirileri temelinde irdelemeden önce bu teknoloji özelinde tartışılan iki karşıt görüşün ana başlıklar halinde argümanlarına bakarak ilerleyelim.
Günümüzde herhangi bir insan müdahalesi veya yönlendirmesine gerek duymadan yeni fikirler ve buluşlar geliştirebilen YZ teknolojisinin mevcut olduğunu da unutmamamız gerek.
Birincisi ve şimdilik daha hakim durumda olan görüşün ana başlıkları şu şekilde özetlenebilir. “Sağlık, eğitim, güvenlik, veri analizi, mal ve hizmet üretim otomasyonu, finansal hizmetler vb. alanlarda birçok avantajı, yeniliği barındırdığı, dolayısıyla insanlara daha yaratıcı ve karmaşık alanlar için fırsat yaratabileceği, bireysel konfor alanlarını genişleterek daha esnek yaşam alanı sağlayabileceği, teknolojinin gelişimine paralel geliştiriciler ve kullanıcılar açısından etik standartlar oluşturulduğunda ‘uygarlığımız’ için yeni bir dönüm noktasında olduğumuz” görüşünü savunanların taraf olduğu zemin.
Henüz çok yaygın olmayan, dar bir çevrede tartışılan ikinci görüşün ana hatları ise; “Algoritmik önyargı diye tanımlanan, algoritmaların eğitildikleri veri setlerindeki önyargıları öğrenme eğiliminde olmaları yüzünden bu eğilimin, cinsiyet, ırk, sosyo ekonomik durum gibi önyargılar nedeniyle toplumsal adaleti bozmasına ve ayrımcılığı pekiştirmesine yardımcı olacağı, kötü niyetli kullanıcıların istismar edebileceği zayıf noktaları ile birey güvenliğine yönelik tehditler, üretim, yaratım otomasyonundaki özellikleri nedeniyle birçok sektörde insan gücüne olan talebin azaltılması, meslek gruplarında süreç içerisinde yoğun iş kaybının yol açacağı ekonomik ve sosyal sorunlar, özel hayatın gizliliğinin ihlal edileceği ve ihlallerin yaygınlaşacağı ve en önemlisi de karar algoritmalarının yapıları gereği karmaşıklığı nedeniyle şeffaflığına karşı duyulan güvensizlik.”
Bu iki görüşün başlıkları günümüzde taraflarca yoğun şekilde tartışılıyor. Üzerine makaleler, akademik tezler yazılan bu yeni teknoloji için “etik” standartlarının da henüz oluşturulamadığını, işlevi, çerçevesi ve sonuçlarının sadece yaratıcıları ve kullanıcı şirketlerin ve yatırımcılarının bireysel, kurumsal etikleri ile sınırlı olduğunun altını kalınca çizmeliyiz.
Robotik ve YZ alanındaki atılımlar, Amerikan Yazarlar Birliği’nin grevi nedeniyle gündeme gelen yaratıcı sektörlerin itirazlarının ötesinde çok farklı sektörlerdeki emek çeşitlerini otomatikleştirecek. Taksi ve kamyon şoförlerinin yerine kendi kendine çalışan otomobiller, kamyonlar, avukat ve muhasebecilerin yerini bile tüm hukuk kitaplarını ve maliye kurallarını yemiş yutmuş sayısal varlıkların olacağı bir gelecek hiç de uzak değil. Artık Amerika’da evde eğitim için YZ öğretmenler bile var.
YZ teknolojilerinin yaratıcı sektörlerde çalışan bireylere yeni perspektifler sunabilme fırsatı ve eserlerini daha verimli bir şekilde üretebilmelerine yardımcı olabileceği önermesini de göz ardı etmemeliyiz elbette. Konuyu bu bağlamdan koparmadan bu alanda daha spesifik bakış açısıyla meseleyi irdelemeye devam edelim.
İlk karşımıza çıkan sorunsal, bu teknoloji ortaklığı ile ya da tamamen bu yolla üretilen eserlerle ilgili fikri mülkiyet ve telif hakları konusunun mevcut yasalar ile çözülemeyen tarafı.
Yasaların teknolojinin çok gerisinde kaldığı bir gerçek mi? Kesinlikle evet. Bu konuda hukuk çevrelerinde geniş bir mutabakat olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, eser yaratıcıları açısından baktığımızda “mecburen” yeni bir dünyanın kapılarını aralarken önümüzde iki seçenek var. Ya klasik telif hakları yasalarını bu yeni döneme göre adapte edeceğiz ya da bu alanda toptan bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız olacak.
Başka yasalarla bağlantılı maddeleri gereği adaptasyon gibi boş bir çaba yerine yeni hukuk normlarına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ve bu görüşü savunanlar tarafındayım.
Bırakın fikri mülkiyet ve telif hakları yasalarını, bugün tüm bireylerin en önemli sorunu haline gelen özel hayatın mahremiyeti ve kişisel veri güvenliği konusunda “yüz tanıma teknolojisinin ‘evrimselleşmiş algoritmik yapısından’ kaynaklı teknolojik üstünlüğü ve yaygınlığının korkutucu boyutlardaki sonuçları karşısında en demokratik ülkelerde bile mevcut yasalar yetersiz kalmıyor mu?” (bu konuya ikinci yazımda daha geniş değineceğim)
Yeni hukuk normları bahsini daha genişletmeden YZ ile Fikri Mülkiyetin kesişimi olarak adlandırabileceğimiz “Dabus” davası kararları sürecinden devam edelim. Çok ilginç bir gelişme çünkü.
Dabus, Dr. Stephen Thaler tarafından geliştirilen bir YZ sistemi. Sistem herhangi bir şekilde insan müdahalesi ve yönlendirmesi olmadan buluşlar yapabiliyor. Halihazırda iki buluşu var. Buluşlarının patent hakkı için yapılan başvuruları Avrupa Patent Ofisi, İngiltere, ABD ve Tayvan Patent ofisleri red ederken, Güney Afrika Fikri Mülkiyet Ofisi kabul ederek bu alanda bir ilke imza attı. Davanın yerel mahkemedeki kararının itirazı için başvurulan Avustralya Federal Mahkemesi de Dabus’un buluş sahibi olarak kabul edilmesi yönünde karar vererek bu alanda devam eden tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. İlgili mahkeme kararında yargıçlardan birisinin yazdığı (“We are both created and create. Why cannot our own creations also create p.15) Basitçe tercüme edersek ““Hem yaratıldık hem de yaratıyoruz. Neden kendi yaratımlarımız da yaratamıyor?” görüşüne dikkatinizi çekmek isterim.
Gelişmiş ülkelerin aydınları üretilen bir eserin telif hakkı sahibinin “karmaşık algoritmalardan oluşan bir sayısal varlık” tarafından temsil edilemeyeceği, aynı zamanda olabilirliği üzerine de tartışıyorlar. Garip ama anlaşılabilir bir durum artık, bu ve benzer konularda bizim ülke sektör elitleri hep geriden gelir nedense…
İnsan zihnin çalışma şekli ya da “zihin nedir” konusunda her geçen gün bilgiler ortaya çıkıyor. YZ teknolojisi algoritma yapıları gereği insan zihninin işleyişini taklit etmek zorunda değil. Tam da bu noktada yukarıda sözünü ettiğim, çoğumuz tarafından fark edilmeyen ya da önemsiz görülerek umursanmayan bana göre çok önemli iki itiraz başlığından söz etmek istiyorum.
Birincisi, bu teknolojinin algoritmalarının metodolojisinden hareketle ürettiği/üreteceği eser/eserlerin insanlar tarafından üretilen eserler gibi derinlik ve anlam yüklü olamayacağı gerçeği.
İkincisi, çok hızlı -bir günde roman yazmak gibi- ve sayısal olarak büyük miktarlarda eser üretebilme kabiliyetinin, kreatif yaratım sürecinin değerini ve sürecin doğal oluşmuş saygınlığını, kitleler üzerinde azaltarak yitirilmesine neden olabileceği.
Bu iki itirazı da haklı ve çok değerli buluyorum. İtirazları sadece işsiz kalmak ve daha az telif geliri elde etmek gibi sığ ve dar bir alana sıkıştırmamamız gerekli. El emeği ve düşünme süreci gibi iki önemli insani özelliğin değerini yok mu edelim? Ya da en iyimser tahmin ile değersizleşmesine seyirci mi kalalım?
Yaratıcıları ve kullanıcı şirketler için oluşturulmaya çalışana “etik kurallar ve kullanım standartları” konusunda epey yol alındığı görülüyor, ancak henüz oluşmuş bir fikirler birliği yok. Öte yandan yüzyıllardır teknoloji ve gelişmeleri çok sınırlı bir elit grubun elinde. Bu elit grubun ana motivasyonları en başta ticari gelir elde etmek, sırasıyla ürünlerinin inovasyonları için kullanmak, güvenlik tehditleri, rekabet alanlarında öne geçmek ve yaşam biçimi ihraç etmek. Bu apaçık gerçeklik üzerine YZ teknolojileri konusunda “etik ve kullanım standartların da” büyük oranda bu elitlerin karar mekanizmalarını yönlendirmesi ve etkilemesi ile alınacağını düşünmeliyiz. Etik standartlar yine “teknoloji Oligarklarının vizyonu olacaktır.” Aksini düşünen er meydanına buyursun…
Az sayıda kişinin zenginliklerin çoğunu kontrol etmesi ve sonuçlarının, birey ve yaşadığımız dünya için sadece “otomasyonla” kaybolup çözülebileceğine inanmak tam bir safdillik. Sadece otomasyonlaşma ile çözülemeyecek kadar büyük ölümcül problemlerimiz var.
Peter Frase’nin dilimize “Dört Gelecek: Kapitalizmden Sonra Hayat” başlığı ile çevrilen “Four Futures: Life After Capitalism” adlı kitabındaki “İstediğimiz geleceği inşa etmek sonuçta politik bir meseledir, bir teknoloji meselesi değil” merkez argümanını dikkate almamız gerekiyor.
Bu konuda bir yazı daha yazarak YZ kodlarının blok zinciri teknolojisinin “merkeziyetsiz” yapısıyla açık kaynaklı olmasının toplumsal avantajları ve Dabus davası ile bu alandaki mevcut patent yasalarının yetersizliğini, fikri mülkiyet temelinde irdeleyeceğim.
Günümüz insanlığını, Odysseia’da anlatılan efsanenin önemli bir parçası olan “Lotus Yiyenler” kabilesi gibi düşünmemiz ironi mi? diyerek şimdilik noktalıyorum.