İran halkı neredeyse bir haftadır mevcut yönetimine karşı ayakta. İran’da olup bitenleri nasıl ele alabiliriz? Bu isyanın Arap Baharına benzerliğini görüyoruz. Hatta kısmen Gezi’ye de benziyor. Ancak çok daha öfkeli bir halkla karşı karşıyayız. İktidarda bulunanlar ise, Kuzey Afrika ve Türkiye rejiminden daha büyük baskı aygıtlarına sahip. Üstelik, sürekli ABD ve İsrail tehdidi sebebiyle halkın ‘düşmanlara karşı’ mobilize olma gücü var. Özellikle Devrim Muhafızları dini liderin denetiminde.
Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ‘muhalefete izin verilmeli’ sözlerinin yerini derhal ‘dış düşman’ figürüne bırakması bu sebeple ve bu da muhafazakar kanada müdahale imkanı veriyor.
Önce bir eksiğimizi kabul edelim
İran’daki olaylar ve siyasal akımlar hakkında yeterince bilgimiz yok. Farsça bilmemek büyük eksiğimiz… Bölgenin diğer dillerine Arapça’ya, Kürtçe’ye hatta Rusça’ya uzaklığımız. Batı dillerine yakınlığımız sebebiyle, olayları onların gözünden ve Batı kaynaklarından çevirerek okuyabiliyoruz. Size de tuhaf gelmiyor mu? Oysa İran komşu ülke!
Med İmparatorluğu krizde
İran eski bir uygarlık. Güçlü bir devlet geleneği var. Buna rağmen 1979’da devrimin yaşandığı bir ülkeydi. Tekrarı mümkün.
Türkiye’den bir, iki milyon kişi daha kalabalık. Kişi başına düşen milli geliri 5 bin dolar civarında, Türkiye’den az. İşçi sınıfı hem sayıca hem sektör bakımından hiç de yabana atılabilir gibi değil. Bir Irak, Afganistan veya Suriye değil. İşçi sınıfı petro-kimya ve imalat sanayinde merkezileşiyor; bölgenin önemli bir işçi birikimini ifade ediyor.
Son isyanda görülen şu ki, halkın rejimin baskılarına ve ekonomik krize tepkisi var ve bu eylemler yeni değil. Bu kez siyasallaşma eğiliminde…
İran Devriminden bugüne…
Şah rejiminin barbarlığını yerle bir eden İslam Devrimi’nin (1979) ardından iktidarı ele geçiren mollalar, bir süre muhalefetin sokağı kullanma imkanlarına son verdi. Öyle ki, ‘devrim’in kendisine olan bağlılık, solda ve sosyalist kesimlerde siyasal körlüğe kadar vardı. Sovyetik siyasal parti TUDEH’in ve sonradan diğer muhalif siyasi akımların önleri sokakta hunharca kesilmişti (*).
İran devrimin hemen ardından ABD bu devrimi yıkmak üzere her yolu denedi. Mollalar devrimden bir yıl sonra kendilerini uzun süren (1980-1988) bir savaşın içinde buldular. İran-Irak savaşında bir milyon insan öldü. Saddam’ın sonunu getiren de bu savaş oldu. Savaşa ABD lehine girişti ve savaşın ardından Irak büyük bir ekonomik krizin içine düştü. Kuvveyt’i alarak krizi çözmeye yeltendi. Sonrasını biliyoruz: Birinci ve İkinci Körfez Savaşı ve Irak’ın parçalanıp Saddam Hüseyin’in infazı.
Bugün İran hem Irak hem de Suriye’de önemli toplumsal desteğe sahip bir ülke. Bölgenin Şii nüfusu İran rejimiyle ilişkiye girmekten geri durmuyor. Ancak bu açılım İran’a pahalıya mal oluyor ve ambargo altında yaşamanın verdiği zorluklar, bölgede etkili bir güç olmak için harcadığı ekonomik seferberlik sebebiyle daha da katmerleniyor. Halkın sırtına biniyor.
Halk ilk kez sokağa çıkmıyor
İran’da sokağa rengini veren işçiler ve yoksullar oluyor. Bugünkü isyanın başladığı Meşhed kenti her yıl ekonomik telmelli protestolara sahne oluyor. Bu protestolar genellikle ekonomik durgunluk ve yoksulluğa ilişkindir. Siyasallaşmasına izin verilmemiştir.
Doğu Kürdistan (İran Kürdistanı) ise, büyük bir baskı altındadır. İran rejimi Kürtlere son derece acımasız davranıyor. Yüzlerce Kürt gencinin vinçlere asılarak idam edildiğini biliyoruz. Yakın zamanda Kürt bölgesinde kitlesel eylem, Irak Kürdistanındaki referandumun ardından yaşanmıştı.
Rejimi iç reforma zorlayan koşullar
İran rejimi bir süredir kendi içinde siyasal dönüşümün sinyallerini veriyor. Bu dönüşüm siyasal İslamın kendi içinden geliyor. İktidara 2013 seçimleriyle gelen Hasan Ruhani Mahmud Ahmedinejad dönemini sona erdirmişti. Ahmedinejad radikal kanattan bir siyasetçiydi. Ruhani’nin bu ikinci dönemi, muhafazakarlarca ‘ılımlı’ sayılanlardan. Yani dini liderlerce pek makbul sayılan biri değil.
Oysa Ruhani devrimin en başından beri var ve özellikle ülke içinde kalarak liderlik yapmış bir kişi. Orduda ve diğer kademelerde görev almış bir molla. Ancak izlediği siyasette ton farkı var. Nitekim ABD ve emperyalist devletlerle İran arasında önemli sorunlardan olan ülkelerinde yürüttükleri nükleer çalışma alanlarının sınırlanması onun iktidarında yaşandı. ABD Başkanı Obama ile telefonda görüştü vs. Bütün bunlar yaptırımların bir kısmını kaldırsa da ekonomideki durgunluk sona ermedi.
İran halkı bütün baskı rejimlerinde gördüğümüz gibi, üzerindeki baskının hafiflediğini hissettiği ya da fırsatını bulduğunda ancak sokağa çıkıyor. Halk içinde örgütlü bir muhalif siyaset, parti bulunmuyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri şimdilik siyasal eylemin tekrar ettiği dönemlerdir. İktidar blokundaki bölünme, halka muhalefet yapma olanağı veriyor. Nitekim 2009, 2013 ve 2017 seçimlerinde bu yaşandı. Ancak bugün bir seçim dönemi değil ve halkın biriken öfkesi sokağa yansıyor. Bir farklılık bu. Buna olanak veren ekonomik kriz gibi, ılımlı İslamcı lider Hasan Ruhani yönetimde oluşu.
ABD ve Muhafazakarlar devrede
ABD halkın sokağa çıkmasını destekliyor. Tıpkı, radikal, muhafazakar İslamcı kanat gibi. Her ikisi de birbirini besliyorlar ve her ikisi de halkın özgürce kendini yönetebileceği bir demokratik rejime geçişi istemiyor; bundan korkuyor.
ABD, halk hareketine destek vererek bu isyanın ‘dış güçler’in marifeti algısına hizmet ediyor. Muhafazakarlar da bu kanaatte: Bu işin arkasında ABD-İsrail var bu sebeple bastırılmalı diyorlar.
Ruhani ve entellektüel kesim ise, halk ayaklanmasının reformları kesintiye uğratacağını, Devrim Muhafızlarının devreye gireceğini ve bu sebeple yeniden daha koyu bir baskı rejimine dönüleceğini ileri sürerek isyanı bastırmak istiyorlar.
Her üç tutum da halk isyanının sona ermesini istiyor. Sokak ise, canı yanmış bir halkın öfkesine sahne oluyor.
Öte yandan kendisine Komünist, Marksist diyen parti ve örgütlerin sadece bildirilerini görmekteyiz. Bunların isyanda hissedilir bir rolü yok. Ancak isyanın devam etmesi halinde devrimci sosyalist hareketlerin boy göstermesi de imkansız değil.
Arap Baharından bakarsak
Tunus’ta başlayıp Mısır’a oradan bir çok Ortadoğu ülkesine yayılan halk isyanlarının bir benzerini İran’da görmekteyiz. Ekonomik sebeplerle başlayıp siyasileşen halk ayaklanmaları bunlar. Lidersiz, örgütsüz, gençlerin çoğunlukta olduğu ve küçük burjuva kitlelerin aktif rol aldığı isyanlar bunlar.
Gezi İsyanı biraz daha alt seviyede kaldı ve ne Arap Baharının ne de İran halkının boyutlarına vardı.
Ancak tümünden gördüğümüz şu ki, isyanlar yeni karakterler taşıyarak büyüse de, burjuva siyasal ana akımlar ve emperyalist devletler çok daha deneyimli, merkezi ve kurumsal güçlere sahipler. Tayin edici olan da budur. Mısır’da gördüğümüz gibi ayaklanmanın ikinci evresine ordu izin vermedi, müdahale ederek iktidarı eski sahiplerine geri verdi ya da kendisi bu rolü sürdürmekte.
İran’da işin renginin farklı olabilmesi için nesnel şartlar mevcut olsa da başarılı bir devrim için gerekli öznel şartlar ortada gözükmüyor. Yani, bu isyanların ortak siyasal iradesi, lideri; siyasal örgütlenmesi ve programı ortada yok. Böyle olunca, bu isyanları desteklememize rağmen sonuç alma ihtimalleri zayıf; geleneksel burjuva akımlardan fazla değil.
İsyanın Hasan Ruhani’yi aşacak güç ve hedefleri olmadığı koşullarda, buradan kazançlı çıkacak olan, iktidardaki Ruhani’nin isyana fren rolü oynaması ya da radikal muhafazakar kanadın Devrim Muhafızları eliyle ekonomik krizin yol açtığı sefaleti koyu bir barbarlıkla ve İslam adına ezmesi olabilir.
Her iki sonucun olmaması için isyanı desteklemeli, büyütmeli ve başarılı olması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü bu yeni bir dalganın ilk habercisi olabilir ki, bu kez önceki isyanlardan deneyimli milyonlarca genç siyasal sahneye çıkabilir, kitle hareketi ekonomik kriz sebebiyle canından bezen işçi sınıfıyla buluşabilir.
Umudumuz isyanın bu yönde büyümesi ve başarı kazanmasıdır!
(*)’Evet Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanamayacak, işkence yapılmayacak, hapishaneler kapatılacak, kadınlara eşit haklar tanınacak, giyim serbest olacak, dedi. Biz solcular ise ılımlılardan daha da büyük yanlışlar yaptık. Biz dedik ki, bir yandan gelenekselliği simgeleyen, diğer yandan da böyle güzel şeyler vaat eden bu karizmatik önder olmadan Şah’ı deviremeyiz. İkincisi, mollaların devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk. Üçüncüsü de, gerçekten pek çok solcu, başta Humeyni olmak üzere, çoğu mollaların radikal tutumlarını beğeniyordu… Biz solcular, İslamı yeni bir güç olarak görmekten yoksunduk. İran üzerine analizlerimizin, Şili veya Vietnam üzerine yapılan analizlerden farkı yoktu. (yoktu) Ayrıca demokrasi anlayışımızda yetersizdi. Giysileri yüzünden sokaklarda kadınlara sataşmalar başlayınca, ‘yan çelişkiler’ diye ciddiye almadık bunları. Biz, ona çelişkiyi, yani emperyalizmle savaşı, ön planda tutuyorduk. Demokrasi olmadan emperyalizmle savaşılamayacağını anlayamamıştık. Kadın hakları, sendikal haklar için veriler kavga, emperyalizmle savaşın ta kendisidir…’
İran’da Soluyor Çiçekler, Bahman Nirumad, Belge Yayınları