Peter Weiss’ın 1964 yılında yazdığı; Marat/Sade (Jean Paul Marat’nın Takip Edilip Öldürülmesinin, Charenton Akıl Hastanesi’nde Marquis de Sade Yönetiminde Hastalar Tarafından Canlandırılması[2]), yapıtı Summer Nite Tiyatrosu (ABD) tarafından, 17. Adana Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’ne taşınmıştı.
Dünya tarihinin rotasını değiştiren Fransız Devrimi’ni Jean Paul Marat ile Donatien Alphonse Fronçois Marquis de Sade’nin çatışmaları üzerinden anlatan eseri sahnelemek, bedeli ödenmiş tarihsel gerçekliğe gölge düşürmemek tüm yaratıcı kadro adına ağır bir sorumluluk… Summer Nite Tiyatrosu’nun yapımı olarak sergilenen oyunun, bu sorumluluğu, sağlam bir sahne performansıyla, hak ettiği değere ulaştırdığını söylemek asla abartı olmayacaktır. Yazar Peter Weıss’in sorguya açmak istediği izleğe sıkı sıkıya bağlı kalınması, Brechtien yabancılaştırma ile Artaud’nun vahşet tiyatrosu öğelerinin ustalıkla birleştirilmesi, güçlü dış aksiyon ve estetik koreografi ile çağdaş tiyatro biçemlerinin kullanımı, göz dolduran oyuncu performansı, dekor ve kostüm tasarımı, ışık- efekt kullanımı, izleyenlerin belleklerinden kolay kolay silinmeyecek bir sahne olayını ortaya çıkarmıştı. Daha da ötesi, bu oyundan yara almadan, örselenmeden çıkan olmadı zannımca…Tarihsel gerçekliklerin benzerliği, iktidarların yönetme ya da yönetememe durumlarındaki, yok edici hırs ve korkuları; epik biçem ve şiddeti tiyatrosunun birincil dinamiğine yerleştirmiş Artaud tiyatrosu biçemi ile aktarılınca bu etki kaçınılmaz oluyordu.
Peter Weıss’in tarihsel gerçekliği ve bunun zeminini ören felsefeyi şarkılarla ve şiirsel bir dille aktardığı metin, yönetmenin ve dramaturginin metni ele alış biçimindeki özgünlük, pek çok teatral biçemin bir arada harmanlaması ve bu biçemlerin oyunun özüne uygunluğu, sahne estetiği, oyuncuların net ve samimi oyunculukları, ışık ve efektin kullanımındaki çarpıcılık Marat/ Sade’yi defalarca izlenebilecek bir oyun kılmıştı.
Belgesel Tiyatronun önemli temsilcilerinden olan Ulric Peter Weıss, yapıtlarını karşıtlıkların çatışması üzerine kurar. Nazi faşizmine tanıklık etmiş bir aileden gelen yazar, 1941-1945 yılları arasında Auschwitz toplama kampında öldürülen dört milyon kişinin sorumlularının yargılandığı davanın, duruşma tutanaklarını tarayarak yazdığı Soruşturma adlı belge niteliğindeki yapıtın da yaratıcısıdır.
Peter Weıss, Marat/Sade’de devrimci şiddetin önü alınmaz temsilcisi Jean Paul Marat ile bireyin sınırsız özgürlüğünü savunan Marquis de Sade’nin tartışmaları zemininde 1789 Fransız Devrimi ve sonrasında 1804’te Napolyon’un imparatorluğunu ilan etmesine kadarki süreçte yaşananları konu edinmektedir. Oyun 1808 yılında geçmekte, geriye dönük anlatılarla devrim öncesi ve sonrası aktarılmaktadır.
1789’dan 1799’a kadar süren ve dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan devrim, dünya siyaset ve ideolojisinin de belirleyicisi olmuştur. Mutlak monarşiyle yönetilen devrim öncesi Fransa’da soylular ve din adamları ayrıcalıklı sınıflardı. Büyük toprak sahibi olan soylularla din adamları vergi ödemiyorlardı. İşçiler, zanaatçılar, tüccarlar ve diğer küçük üreticiler ise vergilerini ödedikleri halde hiçbir hak ve özgürlüğe sahip değillerdi. Soylular ve din adamları çalışmıyor, yalnızca ‘yönetiyorlardı.’ Rönesans’tan sonra Avrupa’da ortaya çıkan düşünceler, (J.J Rousseau, Voltaire, Montesqieu vb.) siyasal alanda kral- soylular- din adamları üçlüsünün sürmekte olan iktidarına karşın, sosyal ve ekonomik alanda, yeni gelişmekte olan burjuva sınıfının kılavuzu olmuştu.
Kral XVI. Louis, Amerikalıları, İngilizlere karşı bağımsızlık savaşında desteklemiş, asker ve savaş gemileri yollamıştı. Çökmekte olan sınıfın israflarına savaş giderleri de eklenince ekonomi iyiden iyiye bozulmuş ve Fransız Devrimi’ni hazırlayan zemin oluşmuştu.
‘Özgürlük Eşitlik Kardeşlik’ şiarıyla başlayan devrim, mutlak monarşi rejimini yıkmış, o güne dek ayrıcalıklı sınıf olan soylular ve din adamlarının imtiyazlarını ellerinden almış, daha sonraki yıllarda bütün dünyaya yayılarak demokrasi ve özgürlük hareketlerine temel olan ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ yayınlanmıştır. Kral XVI. Louis, idam edilmiş, yeni bir anayasa kabul edilmiştir. Buna göre, yürütme ve yasama organları birleştirilmiş, hükümet meclisin bir komisyonu sayılmıştır. Ancak Konvansiyon Meclisi içindeki çalkantılar durulmamış, Maximilien Robespierre’nin başkanlığındaki meclis kararıyla, ‘kral yanlısı’ oldukları gerekçesiyle otuz binden fazla insanın başı giyotinle kesilmişti.[3] Maximilien Robespierre, sonrasında kendini de giyotinden kurtaramamıştır.
Köylülerden, emekçi yoksullardan, küçük esnaf, tüccar ve zanaatkârlardan, küçük girişimcilerden oluşan ‘Baldırıçıplaklar’, dünyayı değiştirmekle birlikte, devrim sonrası yaşananlara isyan ediyorlardı.
Nerede yanlış yapıyor, bu bizi yönetenler
Merak ediyorum, kimi aptal sanıyorlar
Diyorlar ki bize; bitti işkence artık yok
Ama biliyor ki herkes devam ediyor işkence
Gitti kral, göçüyor rahipler
Peki, ne bekliyoruz biz…
Yaşanan vahşet ortamı ve iktidarın yönetim aygıtları Weıss’ın kurgusu ile Charenton Akıl Hastanesi sakinlerince canlandırılmaktadır, oyunda.
1964 yılında yazılan belgesel oyun, ilk kez Batı Berlin’de Schiller Tiyatrosu’nda sahnelenir ve büyük başarı kazanır. 1967’de Peter Brook tarafından sinemaya aktarılır. Bizde ise 2010 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından Ragıp Yavuz yönetmenliğinde sahnelenmiştir.
Marquis de Sade’nin de kapatıldığı Charenton Akıl Hastanesi, sosyal bir laboratuvar olarak tanımlanabilir. Epik tiyatronun ‘durumları açığa çıkarma’[4] özelliğine zemin hazırlayan bu kurgu ile oyundaki oyuncular; iktidar temsilcileri, yönetilenler ve Marat ile Sade asalında gruplandırılabilir. Akıl Hastanesi Müdürü Coulmier’in, seyircilere ‘toplantının’ nedenini açıklaması ve oyuncuları tanıtması ile başlıyor, ‘oyun’. Oyun içinde oyun kurgusu ile kesintiye uğratılan, durdurulan metin, seyircide şaşkınlıkla birlikte ‘bir taraf olma, çözüme ulaştırma’ gayesi yaratmakta. Aynı zamanda epik kurgu, oyunda geçen pek çok durumla gerçeklikler arasında koşutluklar kurmaya olanak sağladığından metnin anlam katmanlarını da zenginleştirmektedir. Şöyle ki; oyun ilerledikçe Charenton Akıl Hastanesi sakinlerine uygulanan itaat biçimleri ile halka uygulanan itaat biçimleri arasında kurulan koşutluk; ‘Aslında hepimiz bir akıl hastanesinde miyiz?’ türünden sorularla izleyeni tedirgin etmekte.
Dışardaki hayatın ve iktidarın temsilcilerinden Hapishane Müdürü Coulmier’in oyunu sık sık kesip ‘gerçekleri’ dikte etmesi gibi:
(…)
Columier: Mösyö de Sade, bu sözlerinizi kesmek zorundayım, tekstten bu kısmı çıkaracağınız konusunda anlaşmıştık. Kralımızın etrafını sarmış olan yüksek rütbeli din adamlarımız tarafından bu sözler iyi karşılanmaz. Halkın duasıyla avunmasa da, keşişlerin ruhlarına bağışladığı huzur nedeniyle kaçınılmaz bir gerçek olarak kanıtlanmıştır. Din baskısı söz konusu olamaz. Tam tersi bugün yoksulluğu önleyen kilisedir. Halkın acı çekmemesi için gereken her şey yapılmaktadır. Kilise yardımıyla giyecekler toplanıyor, çorba dağıtılıyor. Bizi de sadece devlet adamları yönetmiyor, biz de kilisemizin anlayışına, tanrısal merhametine sığındık.
Yönetilme biçiminin ve iktidar aygıtlarının dışarıda da, akıl hastanesinden farklı olup olmadığını sorgularız. Akıl hastanesi sakinleri maruz kaldıkları şiddetin etkisinden sıyrılıp toparlandıkları, hakları için birleştikleri anda iktidarın gücünü gösterir bize yönetmen ve yazar.
Özgürlük Bağımsızlık Kardeşlik
Sloganları, Müdürün bir işareti ile Haberci ve Hemşire tarafından bastırılır. Tüm hastalara eş zamanlı olarak bir ilaç enjekte edilir ve yeniden ‘huzur’ sağlanmış olur. Toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde iktidar aygıtı olarak şiddet ve biat biçimleri oyun boyunca deşifre edilir.
‘Kimdir bizi hapseden
Bizi içeri tıkan kimdir
Herkes kadar normaliz biz de
Ve Özgürlük istiyoruz’
Eylemler geliştirmekten çok durumları sergilemeyi, bunun için de süreçleri kesintiye uğratmayı görev edinen epik tiyatro öğeleri Marat/ Sade oyununda Artaud’un ‘Vahşet Tiyatrosu’ biçemi ile harmanlanmıştı. Sade gibi, bir akıl hastanesine kapatılan ve ‘deli’ ilan edilen Artud’un şiddeti seyirciye yöneliktir ve kesinlikle amaçsız değildir. Bireyin üzerine abanan ve onu hiçleştiren, belli davranış kalıplarını dikte eden hegemonyaya karşı, bireye ‘varlığını’ hatırlatan bir şiddettir, Artaud’un şiddeti… Marquis de Sade’yi, Batı uygarlığına ve kültürüne karşı isyan bayrağı açan Artaud’un biçemi ile anlatmak yönetmeninin ve dramaturginin başarısı olarak karşımızdaydı. Artaud’da tüm sahne etmenleri izleyicide iz bırakmak, olayın ortasında kalmasını sağlamak ve bu yolla seyirciyi irkiltmek üzere birleştirilmiştir. Egemen olan tüm kurumların içinde şiddet barındırdığını savunan Artaud, ataerkil şiddeti de, kapitalist şiddet paradigmasının içinde değerlendirir. Karşıtlıkları reddederek evreni bir bütün olarak algılar. Heliogabalos Taçlı Anarşist’te verili toplumsal cinsiyet kalıpları reddedilir.
‘Vahşet tepkiyi çoğaltmak için kullanılan bir araçtan başka bir şey değildir. Aslında birincil dinamikler şiddet değildir: Seyirci sarsılacak ve gösterinin iç dinamizminin sınırına yerleşecektir. Vahşet, toplumsal varsayımları tersine çevirerek şok etme amacından kaynaklanmaktadır.’ [5]
Yönetmen Stanton Davis, Fransız Devriminin öncüsü kadınlara bir selam göndermek amacıyla ya da Artaud’un ‘BİR’ de birleşmişliğine’[6] vurgu yapmak isteminden olsa gerek, oyunda Marat’ı da (Tressa Greschak), Sade’yi de (Annie Pfohl) kadın oyunculara teslim etmişti. Böylelikle tarihin önünü kestiği kadınların çığlığı; Marat ve Sade karakterlerindeki isyankâr ruhu daha da anlamlandırmıştı.
Oyunun Asal Çatışması: Jean Paul Marat ve Marquis de Sade’nin Temsil Ettikleri
Jean Paul Marat: İsyancılar içimde benim Simone, devrimin ta kendisiyim ben…
Asılında hekim olan Marat, devrim yıllarında ‘Ami du Peuple’ (Halkın Dostu) adlı siyasi bir gazete çıkarır. Sınırsız basın özgürlüğünü savunur, anayasayı eleştirir, soyluların ve bakanların yolsuzluklarını ortaya döker. Bu yüzden tutuklanır ve İngiltere’ye sığınmak zorunda kalır. Dönüşte krala karşı silahlı ayaklanmalara katılır. Bunun üzerine gazetesi kapatılır ve Marat yine İngiltere’ye sığınır. Bir süre sonra gizlice Paris’e gelip Paris Komünü’nün denetleme kurulunda görev alır. Konvansiyon Meclisi’ne Paris’ten milletvekili seçilir. Devrimde sertlik ve buyurganlık yanlısıdır. Bu yüzden Danton ve Robespierre ile de çatışmaktadır. Kral XVI. Louis’nin idam edilmesinde etkili olmuştur. Konvansiyon kurulduktan sonra pek çok insanı ‘karşı devrimcilikle’ suçlayarak sürekli ölüm listeleri hazırlamıştır. Bu bazı devrimci guruplarla çatışmasına neden olmuşsa da, halkın desteğini kazanmış ve ‘Sans-Culotte’ (Baldırıçıplak) denen devrimcilerin önderi durumuna gelmiştir. Sonunda Jirodenler’i tutan Charlotte Corday tarafından öldürülür (13 Temmuz 1793). Marat, devrimci şiddet yanlılarının temsilcisi durumundadır. Bireyin ancak örgütlü bir yapı içinde ve ona hizmet ettiği oranda anlamlı olduğunu düşünür, Sade’nin aksine.
Donatien Alphonse Fronçois Marquis de Sade: Beni sadece içimdeki dünyanın hayali ilgilendiriyor. Artık beni ilgilendirmiyor, devrim.
Soylu bir aileden gelen Sade, Yedi Yıl Savaşı’na süvari olarak katılmıştır. Babasından sonra Bresse, Burgay ve Valmorey yöresinde kral adına yöneticilik yapmıştır. Ancak yerleşik ahlak yargılarının dışında olan yaşantısı nedeniyle on üç yıl hapis yatar (1777-1790). Devrim sırasında hapisten çıkarılır ve yeniden görevlendirilir. Ancak erdem adına insanların giyotine gönderilmesine şiddetle karşı çıkmakta, yargıçlık kurumunu da benimsememektedir. 1794’te hapisten çıkınca yoksul bir yaşam sürmeye başlar. 1801’de Napolyon’a yazdığı yazılar gerekçesiyle yeniden hapsedilir. 1803’te Charenton’da bir tımarhaneye yollanır. Burada birkaç yıl boyunca oyunlar sahneler. Ölümüne kadar da burada kalır. İnsan doğasının her türlü sınırlamalardan uzak tutulması gerektiğini savunur. Toplum dışılığı seçmiş ve savunmuş bir yazardır. Suçu toplumsal bir değer olarak görür. Sade’nin Tanrı’sı ‘doğa’dır, ona göre işlenen tek suç da doğaya karşı işlenen suçlardır. İdeal toplum yalnızca doğa yasalarının egemen olduğu toplumdur. Cinsel doyumu bedensel ve psikolojik acıyla birlikte düşünen Sade’ye göre, toplumsal sözleşmeler ve yasalar, bireyin özgürlüğünden vazgeçmesi anlamına gelir. Özgürlüğünün bilincine varan insan, Sade’ye göre, doğaya da uyum sağlamış insandır.
Summer Nite Tiyatrosu
SummerNITE Tiyatrosu, Northern Illinois Üniversitesi’ne bağlı profesyonel ve stajyerlerden oluşan bir tiyatro topluluğu. İsmindeki ‘Summer’ oyunlarını yalnızca yaz aylarında sahneleyebilmelerinden kaynaklanıyor.
Oyundan sonra sohbet etme olanağı bulduğum oyunun yönetmeni Prof. Dr. Stanton Davis’e sorduğum ilk soru; tüm ekibin sahnede yarattığı atmosferi, (epik kırılmalara rağmen) tüm oyuncuların gözündeki parıltının bile aynı şiddette olmasını nasıl sağladığı oldu. Davis, ilk on gün yalnızca oyunla ilgili doğaçlamalar çalıştıklarını, oyuncularından akıl hastanesi ve hapishane ortamlarını gözlemlemelerini ve kendi içlerindeki ‘deli’yi açığa çıkartmalarını istediğini anlattı.
Hastanedeki iğnelerin, serumların bedene etkileri üzerinde on gün boyunca doğaçlama çalıştık. Sonra oyunu okumaya başladık. Oyuncular, bazen kendilerini hapishanedeki mahkûmlar gibi bazen de oyundaki karakterler gibi görüyorlar. Oyuncularla bu iki ayrı şey ne zaman birbirine geçer, diye konuştuk. Ve yaşananların nasıl bir ülkede geçebileceğine dair sohbetler ettik. Politik suçlular, ülkenin utanç duyduğu kişiler, ayrıca gerçekten zihinsel hastalıkları olanlar, bir arada nasıl olur, diye kafa yorduk. Çok doğaçlama yaptık. ‘Bunu yapalım, bunu yapmayalım’ gibi… Bir grup psikolojisi yarattık. Oyunun kendi fizik kurallarını yarattık. Bunu sürekli hatırlattım. ‘Bu kuralları bozmayalım’ dedim. Asıl metne eklemeler yaptık. Pek çok çeviriden birini seçip onun üzerinde çalıştık. Bütün oyuncular şu soruya karar vermek zorundaydı: Bu insanlar topluma mı, iktidara mı zararlı? Gerçekten hastalar mı, yoksa ‘hasta’ diye içeri tıkılanlar mı? Bu oyun işte bu sorularla ilgili.
Oyunun bugüne dair en belirgin sözü sizce nedir?
Lisan, hâlâ demokrasinin lisanı ama var olan oligarşi. Demokrasiyi yok ediyorlar. Bu oyunla modern dünyada günümüzde yaşananları aktarmak istedik. Tabii ki, ABD’nin de oligarşinin eşiğinde olduğunu düşünüyorum. Pek çok düşük gelirli insan var ama liderler beyin yıkıyor. Biz de Fransız Devrimi’nden sonra olanların eşiğindeyiz, olabilir, diye düşünüyorum. Peter Weıss, 1960’larda oyunu yazdığında faşizmden ve Hitler’den etkilenerek yazdı. Aşırı milliyetçilik ve sloganlar, sahte bağımsızlık dilini kullanan politikacılar… Dünyanın pek çok ülkesi bunun eşiğinde. Yönetmenler ve oyun yazarları bu iki kutbun arasında kaldıklarında ikileme giriyorlar. Oyundaki mahkûmları da aynı ikilem içinde tanımlamaya çalıştım. Marat ve Sade Fransız Devriminde yaşamış ve devimin birer parçası olmuşlardı. Sade, devleti tedirgin ettiği için tımarhaneye konmuştu ve hayatının son günlerini hastaların oynadığı oyunlar yazarak geçirdi.
Her iki başrol oyuncusunun kadın olması Artaud’un şiddeti üreten cins olarak erkeği görmesinden mi, Fransız Devriminin feminist hareketlerin başlangıcı olmasından mı kaynaklı?
Geleneksel olarak bunlar erkek rolleri ama ben kadınları seçtim. Söylediklerinizin her ikisinin de belirleyici olduğunu söyleyebilirim.
Bu oyunu ülkenizde de sahnelediniz muhtemelen. Başka bir ülkede sahnelemek nasıl bir deneyimdi?
Bu ayrı bir deneyim oldu bizler için. Neyin evrensel olduğunu daha net gördük. Türkiye’de de yolsuzluklar olduğunu biliyoruz, her ülkede olduğu gibi. Amerika’da bazı insanlar oyundan irrite oldu ama çoğu beğendi. Bugün zihin kontrolünü devletten çok sermaye büyük şirketler yapıyor. Geçmişteki aristokratlar gibi…
Peter Weiss’in oyunu, ‘eğitim ve sanat yardımıyla hastaları iyileştirmek ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine olan inancı göstermek’ amacıyla yazılmıştır. Hapishane müdürü Columier, oyunu bu tanıtımla açıyor.
Gerek 18. Yüzyıl Aydınlanma Çağı filozoflarının her türlü önyargıya, boş inanca karşı çıkıp insanın bu dünyada mutlu olmasını sağlayacak bir toplumsal ve siyasal düzen özlemi, gerek Montesquiu ile Rousseau’nun sorguya açtıkları dogmalar, gelenekler ve monarşik devlet anlayışı Fransız Devrimi’nin mayasını oluşturmuştur.
14 Temmuz 1789 Bastille Kalesi’nin basılması ile eski uygarlıklara, krallıklara modern dünyanın ışığı düşmüş ve dünya bir daha eskisi olmayacak biçimde değişmiştir: Halk ayaklanmasını bastırmak için, feodal haklar ve kilisenin aldığı vergiler kaldırılmış, 27 Ağustos 1789’da ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ yayınlanmıştır. Doğa ve yasa önünde herkesin eşitliği, özgürlüğü, can, mal güvenliği, yargılama güvenliği gibi ilkeleri kapsayan bu bildiri, daha sonraki yıllarda bütün dünyaya yayılarak demokrasi ve özgürlük hareketlerine temel olmuştur. Bildiri ayrıca egemenlik hakkını kralın elinden alarak ‘millet’e tanımıştır. Her birey ‘yurttaş olma ’sıfatıyla egemenin üyesidir. Toplumsal sözleşme yoluyla yurttaşlar hukuki açıdan eşit olmuşlardır.
Summer Nite Tiyatrosu, bir sahne olayına çevirdiği performansıyla, bu denli ağır ve yoğun katmanları olan metni, neredeyse soluk aldırmadan sundu izleyiciye. Politik tiyatronun dehşeti ve gücüyle ‘24 Nisan 1793 Saint-Just, Fransız Anayasası Üzerine, Konvansiyonda Verilen Söylevler[7]’ i günümüzde artık bu barbarca görüntülere tanıklık etmediğimiz için sükûnetimizi korumamızı salık veren, artık daha uygar bir dünyada yaşadığımızı sık sık hatırlatan Hapishane Müdürü Coulmier’in nazik ve son derece uzlaşmacı teskinleri ile anmış olduk.
‘Pek yakında aydınlanmış uluslar, şimdiye dek kendilerine hükmetmiş olanları yargılayacaklar. Krallar çöllere, benzeştikleri yabani hayvanların dost çevresine kaçacaklar; Doğa kendi haklarını geri alacaktır.’
KAYNAKÇA
Artaud, Antonin. Heliogabalos Taçlı Anarşist. Çev: İsmet Birkan. Ankara: Dost Yayınları: 2000
Benjamin, Walter. Brecht’i Anlamak. Çev: Haluk Barışcan & Güven Işısağ. İstanbul: Metis Yayınları: 2007
Hobsbawm, Eric. Devrim Çağı (1789-1848). Çev: Bahadır Sina Şener. Ankara: Dost Yayınları: 2013
Innes, Christopher. Avant-Garde Tiyatro. Çev: Beliz Güçbilmez & Aziz Kahraman. Ankara: Dost Yayınları, 2004
[1] Çalışma, TEB Oyun Dergisi, Sayı: 28’deki yayımlanmış biçiminin özetidir.
[2] Die Verfolfung und Ermordung Jean Paul Marats, dargestellt durch die Schauspielgruppe des Hospizes zur Charenton unter Anleitung des Hernn de Sade
[3] Jakobenlere karşı mücadele eden, karşı devrimcilikle suçlanarak 3 kasım 1793’te giyotine gönderilen Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin yazarı Olympe de Gouges’te bunlardan biridir.
[4] Benjamin, Walter. Breceht’i Anlamak, (İstanbul: Metis Yayınları, 2007), 18.
[5] Christopher Innes, Avant-Garde Tiyatro, (Ankara: Dost Yayınevi), 96
[6] Antonin Artaud, Heliogabalos Taçlı Anarşist, (Ankara: Dost Yayınevi), 77
[7] Hobsbawm, Eric, Devrim Çağı, 2013, Dost Yayınevi, Ankara, 63