Amerikalı sosyolog E. O. Wright’ın 1985 yılında Verso yayınları tarafından yayınlanan ve 80’li yılların sonunda en azından Anglosakson dünyasında toplumsal sınıflar konusu üzerinden geniş tartışmalara yol açan, Sınıflar kitabını Notabene Yayınları geçtiğimiz ay Türkçe’ye kazandırdı.
Yayınevi, sunuş (“Yayıncının Notu”) yazısında “çok yakında” aynı yazarın “The Debate On Classes” (Sınıflar Üzerine Tartışma) kitabını da yayınlayacağını belirtiyor. E. O. Wright’ın editörlüğünü yaptığı ve kendi makalelerini de içeren Sınıf Analizine Yaklaşımlar adlı kitabın 2014 yılında yayınlandığı hatırlanırsa yazarın toplumsal sınıflar hakkındaki tezlerinin günümüzde ve belki de önümüzdeki birkaç yılda Türkiye’deki sınıf tartışmalarında ciddiye alınması gereken bir yer tutacağı anlaşılıyor. Fakat bir kitabı sadece içinde yazılanlarla değil, aynı zamanda toplumun en azından belirli kesimlerinde yarattığı etkiyle, bu etkinin yol açtığı veya mümkün kıldığı siyasal gelişmelerle de dikkate almak gerekir. Gene sunuş yazısından anlaşıldığına göre kitabın hazırlanmasında V. Saygın Öğütle, Güney Çeğin ve Emrah Göker’in de önemli katkıları olmuş. Bu sosyologlar çevresi E. O. Wright’ın Türkçe’deki ilk kitabı Sınıf Analizine Yaklaşımlar’ın hazırlanması ve yayınlanmasında da etkin bir rol oynamışlardı. Dolayısı ile Sınıflar kitabı sadece yazarının bu kitapta sunduğu tezleri nedeniyle değil, aynı zamanda Türkiye’de en azından akademik çevrelerde yeni yeni şekillenmeye başlayan ve yaygınlaştırılmak istenen bir sınıf anlayışının anlaşılması bakımından da önem taşıyor. Bu tartışmaların şimdilik akademik çevrelerle sınırlı kalsa bile zamanla toplumsal sınıfların tanımlanmaları ve konumları ile ilgili siyasal çözümlemeleri ve tavırları öyle veya böyle etkileyeceği şüphe götürmez. Tüm bu sebeplerden dolayı Erik Olin Wright’ın Sınıflar kitabı üzerinde dikkatle durulmayı hak ediyor.
Kitabın içeriğine ve burada savunulan tezlere geçmeden önce tercümesine yeteri kadar itina gösterilmediğini belirtmek gerek. Başka örneklerin yanı sıra birçok yerde “çeşit” veya “çeşitler” sözcüğü yerine “varyasyon”, “araştırma” sözcüğü yerine “survey”, “ölçüt” sözcüğü yerine “kriter”, ve “prosedür”, “spesifik” vs., vs. gibi sözcüklerin kullanılması bu kanıyı kuvvetlendiriyor.
Kitap iki ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm kavramsal, teorik sorunları ele alırken; ikinci bölüm yazarın Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İsveç’te yürüttüğü deneysel (ampirik) araştırmaların detaylı bir dökümünü ortaya koyuyor. Teslim etmek gerekir ki bu araştırmalarda titizlikle uyguladığı yöntemler toplumsal araştırmalar yapan herkes için örnek olacak niteliktedir. Fakat bundan da önemlisi, yazarın bu araştırmalara dayanarak geliştirdiği sınıf tanımı ve kavramsal sonuçlardır.
E. O. Wright, kitabın giriş bölümünde (s. 27) amacını, “Marx, Kapital’in üçüncü cildinin son sayfasında ‘bir sınıfı oluşturan nedir?’ diye sormuştur. Bu kitabın cevaplamayı umduğu temel soru budur” diyerek açıklıyor. Ve ilave ediyor; “… benim ortaya atacağım cevap hem Marx’ın eserinde geliştirilen kuramsal gündeme hem de o gündemin teşvik etmek için yazıldığı politik hedeflere sadık kalmaya çalışacaktır.” Böyle bir başlangıçtan sonra okuyucu haklı olarak Sınıflar kitabında Tarihsel Maddecilik anlayışına uygun, Marx’ın toplumsal sınıflar hakkındaki çözümlemelerini destekleyen ve belki de geliştiren bir sınıf tahlili bekliyor. Ama öte yandan okuyucuyu, bu açıklama ile yazarın sınıflar hakkındaki önermelerinin Marksizm olduğu, Marksist bir sınıf tahlilinin ancak yazarın ortaya koyduğu biçimde olabileceğine de ikna edilmeye çalışılıyor. O halde bu kitabı değerlendirirken, okuyucunun onu, özgün kaynaklara başvurarak Marksist sınıf anlayışının mihenk taşına vurması pek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır. Fakat burada Sınıflar kitabının merkezi tezlerinden biri olan “çelişkili sınıf mevkileri” üzerinde durmaktan ziyade sömürü, örgütsel varlıklar, sermaye varlıkları gibi pek fazla tartışılmayan konuları ele almak istiyorum. Çelişkili sınıf mevkileri hakkında 1985 yılından bu yana birçok sosyolog, araştırmacı ve marksist dikkate değer eleştiriler yayınladılar. (U. Becker, S. Resnick, R. Wolff, P. Meiksins ve diğerleri)
Sömürü sınıfsal farklılaşmaların sebebi midir?
Wright’ın toplumsal sınıflar tahlili ve tanımı büyük ölçüde sömürü ilişkilerine ve bu ilişkinin çeşitli görünümlerine dayanır. “ … kapitalist toplumda sınıfların, üç sömürü biçiminin karmaşık biçimde kesişmesinden kaynaklanmış olarak görülmesi gerektiğini savunuyorum: sermaye varlıklarının mülkiyetine, örgütsel varlıkların kontrolüne ve beceriye ya da ehliyete dayalı varlıkların sahipliğine dayalı sömürü.” (s. 321) Yazar bu temel anlayıştan hareketle Sınıflar kitabında, deneysel araştırmalarının ve teorik kavramsallaştırmalarının bir sonucu olarak ücretli olarak çalışanları 9 ayrı toplumsal katman olarak sınıflandırır. Bunların içinde her biri kendi başına ayrı bir tabaka olarak kabul ettiği “uzman yönetici”, “uzman denetçi” ve “yönetici olmayan uzman” katmanlarının sınıfsal ilişkiler içinde sömürücüler olarak yer aldıklarını söyler. Bu ilişkiler içinde hem sömüren hem de sömürülen toplumsal tabakalar “yarı-ehliyetli yöneticiler”, “yarı ehliyetli deneticiler” ve “yarı-ehliyetli işçiler” olarak tanımlanır. Ve en alt tabakaları “ehliyetsiz yöneticiler”, “ehliyetsiz deneticiler” ve “proleterler” meydana getirir. Dolayısıyla, sadece ücretli çalışanlar içinde sömürü ilişkileri açısından her biri üçer tabaka içeren üç ayrı sınıf söz konusudur. Ancak toplum sadece ücretli çalışanlardan ibaret olmadığı için ve gene kitapta her biri ayrı bir sınıf olarak kabul edilen “kapitalistler”, “küçük işverenler” ve “küçük burjuvalar” da hesaba katılırsa karşımıza en az altı sınıflı bir toplumsal yapı çıkar. Dikkatli bir okuyucu bu yapıyı kitabın 366 – 373 sayfaları arasında sunulan tabloların içinde net olarak görebilir. Ancak kitabın birçok paragrafında proleterleri diğer tabakalardan tamamen bağımsız, farklı bir tabaka olarak ele alan yorumlar hatırlanırsa yedi sınıflı bir toplumsal yapıdan da söz edilebilir. Bazı sosyologlar ve araştırmacılar ise yukarıda sergilenen tablolardan hareketle Wright’ın 12 sınıflı bir toplumsal yapı sunduğunu söylemektedirler.(A. Callinicos)
Erik Olin Wright’ın bu sonuçlara nasıl ulaştığını anlayabilmek için kitabın “Kavramsal Sorunlar” başlığı ile adlandırılan birinci bölümünü okumamız gerekecek. Toplumsal sınıfların sömürü temelinde biçimlendiği tezinin ayrıntılarına girmeden, yazarın sömürüden neyi anladığını görmemiz yerinde olur.
“Gelir dağılımında, bireyler aileler ve gruplar için satın alınabilir olan gerçek tüketim sepetlerinde eşitsizlikler gözlemleriz. Sömürü kavramı bu tür eşitsizlikleri analiz etmenin özel bir biçimidir.” (s. 76) Demek ki sömürü herkesin eşit miktarda tüketim olanağına sahip olamamasından kaynaklanıyor. Sömürüyü böyle kavramak kitabın ilerleyen sayfalarında neden ısrarla gelir eşitsizliğin sınıfsal farklılaşmaların bir göstergesi olarak ele alındığını da açıklıyor. Aynı sayfada “eşitsizliği sömürüyü yansıtan bir durum olarak tanımlamak farklı faillerin gelirleri arasında belirli bir nedensel ilişki türü olduğu iddiasında bulunmak” olduğunu da okuyoruz. Bu düşünceden hareketle ilerleyen sayfalarda göreceğimiz gibi aynı işyerinde değişik görevler ve sıfatlarla çalışanlar arasında, örneğin “ehliyetli işçiler”, yarı ehliyetli işçiler” ve benzerleri arasında farklı gelir seviyelerinden dolayı sömürü ilişkileri olduğunu, yani ehliyetli işçinin ehliyetsiz işçiyi sömürdüğünü iddia etmek pek zor olmayacak. “… eğer zenginler gelirlerini sömürüyle elde ediyorlarsa, gelirin yeniden dağılımı karşı-sömürüden ziyade sömürüde bir azalma olarak görülebilir.” (s.77, dipnot 56) O halde yoksullar gelirleri artarsa ve arttığı ölçüde, yani televizyon, araba, ev vs., vs. alabilirlerse ve bunları alabildikleri ölçüde sömürü ortadan kalkar. Bu durumda 1960’lı, 70’li yıllarda Türkiye’de veya herhangi bir başka ülkedeki işçilerin tüketim olanaklarını günümüzdeki olanaklarla karşılaştırırsak sömürünün bittiğini ya da en azından bitmek üzere olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu tür verilere dayanarak, geçici “refah” dönemlerinde artan tüketime paralel olarak orta sınıfın büyüdüğü, işçi sınıfının ortadan kalkmakta olduğunu savunan teoriler tekrar tekrar ortaya sürülür. Ama bu durum sadece Türkiye için değil, küreselleşen ekonomik ilişkilere paralel son derece hızlı bir şekilde tüketim olanaklarının yükseldiği diğer ülkelerde de geçerlidir. Bu mantığa bağlı kalırsak söz gelimi bu Çin “Halk Cumhuriyetinde” işçilerin bundan 30 – 40 yıl öncesine oranla daha az sömürüldüklerini savunmamız gerekir.
Sömürünün üç dayanağı
Kitapta, sınıflar sömürü ilişkilerine göre tanımlandığından öncelikle E. O. Wright’ın “sömürünün üç biçimini” nasıl irdelediğine bakmamız gerekecek.
Yazarın sömürünün kaynağı olarak gördüğü sebeplerden bir sermaye varlıkları üzerindeki mülkiyettir. İlk bakışta kulağa hoş ve mantıklı gelen bu açıklama Marksist “üretim araçları üzerindeki mülkiyet” kavramını hatırlatsa bile yazarın “sermaye varlıkları” kavramı çok farklı bir anlam taşımaktadır. Wright’ın kitabın İngilizce basımında kullandığı ifade “capital assets” dir. “Asset” sözcüğü Türkçe tercümede “varlıklar” olarak kullanılmasına rağmen, bu sözcüğün ifade ettiği anlam daha da geniştir. İngilizce kullanımında “asset” hem bir işyerinde, bir işletmede üretimin yapılabilmesi için araç/gereçlere, makinalara, binalara, alt yapıya yapılan yatırımları ifade eder; hem de kapitalistin elindeki serveti ifade eder. Bunu kavramak için İnternet’te “Asset Management” şirketlerinin kendi faaliyetleri hakkındaki sunumlarına bakmak yeterli olabilir. Bunlar göz önüne alındığında kitapta “sermaye varlıkları” ifadesinin pek netliğe kavuşturulmadığını, sabit sermaye ve değişken sermaye ayrımını ve bunların yol açtığı ilişkileri göz ardı ettiğini söyleyebiliriz.
Bu kavram değişken sermayeyi, yani ağırlıkla ücretlerin ödenmesi için kullanılan sermayeyi, dolayısıyla “sermaye varlıkları” ile emek gücünü satan işçi arasındaki ilişkiyi hesaba katmadığı için tartışmalıdır.
Wright’ın sınıf tahlillerinde “örgütsel varlıklar” ifadesi teknik işbölümünün denetlenmesi ve yönlendirilmesi, bunun araçlarını elinde tutmak anlamında (s. 96 – 97) kullanılmaktadır. Örgütsel varlıkları elinde tutanların “planlama kararlarını fiili olarak oluşturmaları” (s.103) ve bu kararların uygulanmasını denetleme anlamına gelir. Fakat karmaşık bir üretim sürecinde, örneğin taşıt araçları sanayi, silah sanayi, kimya sanayi ve benzeri sektörlerde planlama ve denetleme üretimin sadece bir aşamasında değil her aşamasında farklı kişiler ve/veya gruplar tarafından yapılmaktadır. Bu durumda E. O. Wright’ın tezlerine sadık kalırsak her aşamada planlama, denetleme yapan kişilerin kendilerinden sonraki aşamadakileri sömürdüklerini savunmamız gerekecek.
Sömürünün üçüncü dayanağı olan beceriye ya da ehliyete dayalı varlıklar kitapta şöyle tanımlanıyor: “… yetenekli kişilerin (…) payına düşen ekstra geliri, özellikle verimli toprak sahipleri tarafından elde edilen ranta oldukça paralel, bir tür ‘rant’ olarak görmenin uygun olduğunu düşünüyorum. Bu ilave gelir, basitçe yetenek ile üretilen beceri sahipliğinin bahşettiği fiili verimlilikten değil, yeteneklerin fark yaratıcılığından ya da toprağın verimliliğinden kaynaklanır. (…) o zaman yetenekler (…) sömürüye dayalı el koymanın temelidir.” (s. 92 – 93)
Burada her şeyden önce “rant” kavramının tanımı üzerinde durmamız gerekecek. Rant, üretim araçlarını kullanılmak üzere başkalarına kiralayanların bu üretim aracı ile çalışanların elde ettikleri kazançtan aldıkları paydır. Marx ve Engels’in eserlerinde, tarımsal ekonomide topağın belli bir biçimde işletilmesinden dolayı toprak sahibinin, yani üretim aracına sahip olanların kendileri çalışmadan elde ettikleri kazancı tanımlar. ( Meraklı okuyucu için bakılacak kaynak: Marx, Kapital, cilt 3, Altıncı Kısım) Bu tanıma bağlı kalırsak ve halâ “rant”tan söz ediyorsak, Wright’ın yukarıda dile getirdiği ilişkide yetenek sahibinin, bu yeteneğini kullanması için (bir tarım alanı gibi) verdiği kişiyi sömürüyor olması gerekir. Oysa onun yeteneğini kullanan emek gücünü bir ücret karşılığında satın alan kapitalistin kendisidir. Böyle bir saçmalık “Analitik Marksizm’in” bile mantığına uymayacağından, E. O. Wright rant konusundaki iddiasını düzeltmeksizin, sömürünün, yeteneği satın alan veya kiralayan kişinin üzerinde değil, bu yeteneklere sahip olmayan diğer ücretliler üzerinde uygulandığını iddia etmektedir. Fakat bu birincisinden daha da büyük bir saçmalıktır.
“Yüksek beceri sahipleri (…) yetenek farklılıklarının korunmasında çıkarları vardır ve bu onların gelirlerinin sömürüyü yansıttığı iddiasını destekleyen şeydir.” (s. 84)
Beceri ya da ehliyete sahip olmak Wright’ın sözleri ile “yetenek sömürüsü” dediği ilişkilere yol açar. Oysa yetenek sömürüsü sınıfsal ilişkileri ölçmek veya değerlendirmek için sabit bir değer değildir. Gene de yazarın iddiasını, yani yetenekli ücretlilerin yeteneksiz ücretlileri sömürdüğünü kabul edersek aynı üretim ilişkileri içinde, işyeri örgütlenmesinde aynı hiyerarşik seviyede bulunan ücretliler arasında bile bu zamana, yapılan işin karmaşıklığına, ücretlinin üstündeki ustabaşı, vardiya şefi ve benzerlerinin ruhsal (psikolojik) durumlarına göre değişebilir. Bu ve benzeri şartların olumlu olduğu hallerde yetenek sömürüsünden söz edilemez. Ayrıca bilgisayar teknolojilerinin olağan üstü hızlı gelişmesinin de bir sonucu olarak zamanımızda, birçok sektörde istihdam fabrika, atölye, büro gibi ortak çalışma / üretme mekânlarının dışında gerçekleşmektedir. Üreticilerin birbirleriyle temasının hemen hemen hiç olmadığı şartlarda yetenekli ücretlinin yeteneksizi sömürmesi nasıl mümkün olacaktır. Zaten böyle bir mantığın tutarsızlığının farkına E. O. Wright da varmış olmalı ki söz konusu sömürü ilişkisini yeteneklinin yeteneksiz üzerindeki baskısına değil, onu yeteneksizden daha fazla gelir elde etmesine dayandırmaya çalışıyor. Fakat bu daha da tutarsız bir iddiadır. Kabul edelim ki aynı iş yerinde çalışan yetenekli bir işçi yeteneksiz işçiden daha fazla ücret alıyor ve geliri yeteneksiz işçinin gelirinin üstüne çıkıyor. Bu durum farklı yetenekteki iki işçinin arasındaki bir ilişkinin sonucu değil, yetenekli işçinin verili iş zamanı süresinde ücretini veren kapitaliste daha fazla artı değer bırakmasının sonucudur. Kaba bir örnekle yetenekli işçi 8 saatlik çalışma sonucu yeteneksiz işçinin ürettiğinden daha fazla meta veya hizmet üretmektedir. Dolayısıyla sömürü ilişkisi yetenekli ve yeteneksiz iki işçi arasında değil, her ikisinin de ürettiği artı değere el koyan kapitalistle kendileri arasındadır.
Buna karşılık işçinin artı değer sömürüsünden dolayı kapitalistle, dolayısıyla kapitalist sistemle olan çelişkisi sabit bir değerdir. İşverenin veya vardiya şefinin ruhsal durumu, işin karmaşıklığı veya basitliği ne olursa olsun artı değere el koyma ilişkisi değişmez. Fakat E. O. Wright toplumsal sınıfların tahlili için bir ölçüt olarak kabul ettiği beceri, ehliyet dayalı varlıklar hakkında şunları da itiraf etmek kaçınamaz. “ …, daha önce çeşitli defalar belirttiğim gibi, ehliyete/beceriye dayalı varlıklar için kriterleri kesin olarak tespit etmekteki bu zorluk kavramın kuramsal olarak gelişmemişliğini yansıtır.” (s. 220, dipnot 37) Yani toplumsal sınıflar “kuramsal olarak gelişmemiş” bir kavramla açıklanmaya çalışılmaktadır.
Kapitalistler , “özgür girişim” savunucuları toplumda sınıfsal farklılaşmayı açıklamak ve bir bakıma savunmak için – bu farklılaşmanın doğal olduğu iddiası ile – hep bu “yetenek” savını ileri sürmüyorlar mı?
Wright’ın çelişkili sınıf konumları olarak adlandırdığı toplumsal katmanlar arasındaki farklılığa sebep olan etkenlerden biri de kişilerin sahip oldukları yeteneklerdir. Belirli yeteneklere sahip olanlar, kişilerin sınıf konumlarının belirlenmesinde önemli bir yer tutan bir başka etkene, yani “toplumsal kaynaklara” diğerlerinden daha kolayca ulaşmak durumdadırlar. Kaynaklara ulaşmak aynı zamanda belirli ölçüde yeteneklere de bağlıdır. Fakat aynı yeteneklere sahip olan, ancak farklı sınıfların mensubu olan insanlar aynı kaynaklara ulaşabilirler mi? 1980’li yıllardan beri bilişim sektöründe gözlemlenebilen gelişmeler yeteneklerin sınıf aidiyetlerini belirlemesi konusundaki tartışmaları somut bir tabana oturtabilir. Bilişim sektöründeki olağan üstü hızlı gelişmenin toplumsal yapılarda ve sınıfsal farklılaşmalarda yol açtığı değişikliklere girmeksizin son 30 – 40 yıllık süreci yetenekler ve sınıf aidiyetleri açısından göz önüne getirelim. 70 -80’li yıllarda birçok yetenekli insan bilişim alanında olağan üstü gelişmeler, yenilikler sağladılar. Ama bunların içinden sadece sermayeye ulaşabilenler “kaynaklara” da ulaşabildi. En çarpıcı örnek başkalarının yeteneklerine el koyarak büyüyen MicroSoft’un hikâyesidir.
Analitik sınıf tahlilinin ulaştığı diğer sonuçlar
Kitabın bütününde E. O. Wright’ın Marksist değer teorisinden, artı değer ve artı değer üretiminin sınıfsal ilişkilerin belirlenmesinde oynadığı uzak durmaya, sınıf tahlillerini bu kavramlara dayandırmamaya büyük özen gösterdiği gözlemlenebilir. Bu yaklaşım en bariz şekilde üretken ve üretken olmayan emek hakkındaki yorumlarında bulmak mümkündür. “… işçi sınıfının alternatif tanımlamalarının karşılaştırılmasındaki ampirik sonuçların hiçbirisi üretken/üretken olmayan emek kriteri tercihinden önemli ölçüde etkilenmemektedir.” “Bu değişkeni oluşturmak nüfus endüstrisi ve mesleki kategorileri, üretken – üretken olmayan meslekler ve üretken – üretken olmayan endüstriler şeklinde yeniden sınıflandırmayı içerir. Üretken bir işçi olarak sınıflandırılmak için, kişinin hem üretken bir meslek içinde olması hem de ekonominin üretken bir sektöründe istihdam edilmiş olması gerekir.” (s. 178 – 179) Bu tanım Marksist üretken emek tanımının sadece fiziksel olarak mal üreten değil, artı değer üreten tüm emek türlerini içerdiğini göz ardı ediyor. Ayrıca üretken – üretken olmayan emek kavramlarının sınıf tahlillerinde tayin edici bir önemi olmadığını ima ediyor. Buna rağmen, yazar kitabın ilerleyen sayfalarında bu tartışmaya tekrar dönerek son hükmünü şöyle ifade ediyor. “ … üretken emeğin işçi sınıfını işçi sınıfı-olmayan ücretlilerden ayırmak için uygun bir kriter olduğu görüşü için çok az destek mevcuttur.” Ve “ … işçi sınıfının ehliyetsiz yönetsel-olmayan çalışanlar şeklindeki yapısal tanımı için çok daha fazla ampirik destek mevcuttur.” (s. 211) Ölçütler yanlış olunca, bu ölçütlerle incelenen toplumsal tabakalar ve sınıflar hakkında saçma sonuçlara ulaşmak da kaçınılmaz oluyor.
“İşçilerin bir sınıf biçimini mi yoksa din, etnisite, bölge, dil, milliyet, ticaret ve benzerlerine dayanan bir tür kollektivite biçimini mi alacağı her zaman problemli olmuştur.” (s. 142) Bu soruna Wright şöyle bir çözüm getiriyor. “(…) sınıf yapısı sömürüye dayalı çıkarların bir matrisini üreten bir toplumsal ilişkiler yapısı olarak görülmelidir. Fakat sınıf yapısındaki birçok mevkii bu tür karmaşık sömürü çıkarı demetlerine sahip olduğu için, bu çıkarlar çeşitli potansiyel sınıf oluşumlarının maddi temelinin dayanağı olarak görülmelidirler.” (s. 142) Demek ki her bir sömürü demeti ve/veya çelişkili mevkii bir alternatif sınıf yaratır. Buna kimliklerden kaynaklanan çelişkiler de dâhildir. Dolayısı ile işçi sınıfı kolektif bir bütün oluşturmaz, aksine din, etnik köken, cinsiyet ve benzeri sömürü çeşitlerinden kaynaklanan farklı sınıflar söz konusudur.
İşçi Sınıfının Rolü
Yazar kitabında çelişkili sınıf mevkileri tezine dayanarak orta sınıfın modern kapitalist toplumlarda işçi sınıfının aksine gittikçe büyüdüğünü savunmaktadır. Ve buradan hareketle şu sonuçlara ulaşır: “Orta sınıfa dair bu yeniden kavramsallaştırmanın sonuçlarından biri, kapitalist toplumda proletaryanın kapitalist sınıfın biricik, hatta belki de evrensel olarak merkezi, rakibi olmasının artık aksiyomatik [yani Türkçesi = kanıtlanmamış ama doğru imiş gibi kabul edilen] olmaktan çıkmasıdır. Bu klasik Marksist varsayım kapitalizm içinde, kapitalizme karşı tarihsel bir alternatifin ‘taşıyıcısı olarak’ görülebilecek bir başka sınıfın olmadığı tezine dayanmıştır. Tablo 3.4 kapitalizm içinde ona karşı alternatif doğurabilme potansiyeli olan başka sınıf güçlerinin olduğunu ortaya koymaktadır.” (s.108) Aynı sayfada söz konusu edilen tablodan anlaşıldığına göre bu alternatifi (seçeneği) orta sınıfın bir başka şekilde ifadesi olan “yöneticiler ve bürokratların” yaratacağı anlaşılıyor.
Ayrıca bu tablo, yazarın, sınıflar arası ilişkileri son derece mekanik bir şekilde kavradığını ortaya koyuyor. Örneğin, feodal düzende Lordlar ve Serfler temel sınıflar olarak, başlıca çelişkili mevkii olarak ise burjuvazi gösteriliyor. Kapitalizm de ise burjuvazi ve proletarya temel sınıflar olarak, çelişkili mevkiiler içinde ise yöneticiler ve bürokratlar gösteriliyor. Bu tablonun ortaya koyduğu mantık: feodalizmden kapitalizme geçişi temel sınıfların dışında bir toplumsal tabaka gerçekleştirdiğine göre kapitalizmin alternatifini de bu düzendeki temel sınıfların dışında kalan bir tabakanın gerçekleştirebileceğidir. Bu mantık, her şeyden önce toplumsal gelişimi tarihsel açıdan ele almadığı için burjuvazinin feodal düzenin belli bir aşamasından sonra “temel” sınıflardan biri olduğunu gözden kaçırıyor. İkincisi, feodal düzende yönetici ve bürokratların işlevlerini yerine getirmiş olan tabakaların neden feodalizmin alternatifini yaratmadıkları sorusunu açıkta bırakıyor. Toplumsal sınıfların gelişimi tarihsel materyalist bir anlayışla izlenmediğinde böyle sonuçlara ulaşmak kaçınılmaz oluyor.
*********
Özetlersek, Wright, sınıf yapısını tahlil etmek için kullandığı ölçütlere yoğunlaşarak, işçilerin kapitalistler tarafında sömürülmesinden ortaya çıkan temel sınıf çelişkilerini arka plana ittiğinin farkındadır. Bunu kitabının çeşitli paragraflarında ima eder. Fakat bu yaklaşım aynı zamanda kapitalist toplumda görülebilecek her türlü çelişkiyi ön plana çıkararak sınıf tahlilinin başat ölçütleri haline getiriyor. Burada temel sorun, yazarın tarihsel olarak oluşmuş sınıf yapılarını dikkate almasına rağmen bunu soyut modeller yaratabilmek kaygısıyla tarihsel süreçten kopuk olarak ele almasıdır. Böylelikle somut tarihsel toplumsal oluşumlar kapitalist üretim biçiminin soyut tahlilleri ile aynı deneysel araştırmalar içinde ele alınıyor. Bu sorunu çözmek için tarihsel bir tahlile yönelmek yerine yazar toplumsal sınıfların tanımlanmasını bir sömürü kavramı üzerine inşa etmeye çalışıyor. Bu yaklaşım çeşitli sorunlar yaratıyor. Marksist değer teorisinden uzaklaşmakla sömürü kavramı dağıtım / bölüşüm çerçevesinde ele alınan bir tahlil ölçütü haline geliyor. Böylelikle işçi sınıfı sermaye ile olan ilişkisi açısından tanımlanan bir sınıf olmaktan çıkıyor. Bunun yerine, Wright’ın tezlerine göre, işçi sınıfı birbirini karşılıklı olarak değişik seviyelerde sömüren bir sınıf olarak anlaşılıyor. Ve sonuç olarak, hiç kimseyi sömürmeyen “gerçek” işçi sınıfı toplumun ancak mikroskobik bir bölümünü oluşturuyor. En büyük, en geniş toplumsal sınıfı ise çelişkili sınıf mevkilerinde bulunanlar oluşturuyor. Nihayetinde bu yaklaşım işçi sınıfının devrimci bir özne olmaktan çıktığı tezlerinin de temelini oluşturuyor.
Artı değer kavramına dayanan sınıf anlayışı, toplumsal grupları ve tabakaları, bunların değişik varlıklara sahip olmalarından, kişilerin diğer insanlar üzerindeki egemenliklerinden, gelirlerinin yüksekliğinden veya onların bilinç düzeylerinden kaynaklanan ilişkilere göre değil, artı değerin üretilmesine, birikimine ve dağılımına ve bunun ekonomik sonuçlarına göre sınıflandırır. Bu yüzden Wright’ın iddia ettiği gibi üretken olmayan ücretliler üretken ücretlileri sömürmez, bunu kapitalistler yapar. Çünkü ancak kapitalistler bu sömürüyü gerçekleştirecek sınıf konumundadırlar. Üst düzey yöneticilere kapitalistler tarafından sömürünün devamını sağlamaları için artı değerden bir pay verilir. Bu yöneticilerin sınıfsal konumları aldıkları ücret, ikramiye ve benzerinin yüksekliğine göre değil, artı değerin üretilmesi, birikimi ve dağıtımını sağlayan tedbirler ve yapılar içinde oynadıkları role göre belirlenir. Üretim sürecinde böyle bir rolü, yetkisi ve/veya işlevi olmayan “yönetici olmayan uzmanlar”, “yarı-ehliyetli yöneticiler”, “yarı ehliyetli deneticiler” ve “yarı-ehliyetli işçiler”in diğer işçileri sömürmeleri söz konusu olamaz.
******
E. O. Wright’ın 1985 yılında Sınıflar kitabında yaptığı tahliller ve tespitler daha sonraki çalışmalarında defalarca değişikliğe uğramıştır. Son çalışmalarından biri olan, 2014 yılında Türkçe çevirisi de yayınlanan Sınıf Analizine Yaklaşımlar kitabı içinde yer alan iki makalesi, Sınıflar kitabındaki tezlerden hareketle hangi sonuçlara vardığını daha net ortaya koyabilir. Konuyu daha ayrıntılı ele almak isteyen okuyucular bu iki makaleyi ve Wright’ın başlıca diğer çalışmalarını da kapsayan bir eleştiriyi Gezi’den Sonra Sınıf (Neoliberal Sınıf Teorilerinin Eleştirisi) adlı kitapta bulabilirler.
Selim Ergunalp
22 Kasım 2016
Bu yazının kısa versiyonu Mesele Kitap dergisinin Aralık 2016 tarihli 120’nci sayısında yayınlanmıştır.