Bu aspiratörler ne garip aletler, içeriyi kokutmamak için dışarıyı kokutuyorlar. Kokuyu tamamen imha edemezler miydi sanki? Dışarıdaki insanlar apartmanlar arasında gezinirken açlık durumuna bağlı olarak “Ne güzel yemek koktu!”, “Of beee… Çok güzel kokuyor… Canım çekti!” veya “İğrenç! Leş gibi koktu!” diyorlar.
Belki o an asla erişemeyecekleri bir yemeğe aşeriyorlar ve bu tatminsizlikle gün sonunu getirip bu açlık duygusuyla uyuyorlar veya o hiç hoşlanmadıkları ağır kokuyu zorla burunlarından içeri çekiyorlar ve çoğunluğunu tamamen kapalı alanda geçirdikleri günlerinin sonunda büyük bir ödül olarak gördükleri sokak gezintisinin keyfinden belki de bu pis koku sebebiyle yoksun kalıyorlar. İçeride, mutfakta birileri sadece midesini doldurmayı düşünürken, sokaktakiler bu iki uç duygunun kavgasını veriyorlar.
-Eee… Ne yapsın içerideki, yemek pişirmeyip açlıktan ölsün mü?
-Pişirecek tabii…
-Aspiratörü çalıştırmasın da mutfakta nemin ve kokunun içinde boğulsun öyleyse… Öyle mi diyorsun?
-Camı açsın. Varsın dışarısı yine koksun ama çalıştırmasın şu mutlak galip aspiratörü yeter ki…
Sizin anlayacağınız, bu meselede sokaktaki insan ne kadar suçlu veya masumsa mutfaktaki de o kadar suçlu veya masumdur. Sokaktakinin mağrurluğu mutfaktakinin mağduriyetinden, mutfaktakinin mağrurluğu sokaktakinin mağduriyetinden geçer. Sonunda bu işten hiç yara almadan sıyrılan sadece aspiratör ve bacası olur.
Yukarıdaki hırsla aspiratörün mağlubiyetini isteyen karakter gibi “Yetti artık sürekli kazandığın bencil aspiratör! Kaybetmenin vakti geldi artık!” deseniz, böylelikle pencereyi açsanız bile ne fayda? Elbet havalar soğuyacak, o pencere kapanacak, mutlak galip aspiratör yine avazı çıktığınca bağırarak içerideki gazı çekip sokağa üfleyecek…
Ne yapsın? Aspiratörün de huyu böyle. Çalışmaya başladı mı altında ne gaz birikirse biriksin, çeker dışarı üfler. Aspiratöre olan ihtiyacımız meselesi ise tartışmaya çoktan kapanmıştır: “Mater artium necessitas!” – İhtiyaç icadın anasıdır; İcatlar ihtiyaçtan doğar. Aspiratör icat edildiğine göre ihtiyacımız olup olmadığını da tartışmaya gerek yok değil mi?
Şimdi mutfaktaki aspiratörü ve sevgili bacasını bir kenara koyup gelelim asıl meseleye…
Ne doğrarsan çanağına, o çıkar kaşığına[1] demişler. Bugün çalışıp ne biriktirirseniz, ileride onu yersiniz.
Montaigne “Nasıl Yazmalı” adlı yazısında “Yazarken kitapları bir yana bırakır, aklımdan çıkarırım; kendi gidişimi aksatırlar diye.”[2] der. Çünkü Montaigne bilir: Zihnine ne girerse, zihninde neyi biriktirirse; dışarıya çıkan, kâğıda döktüğü de o olur.
Zihninize yerleştirilenlerin-alışkanlıkların davranışa ve konuşmalara yansımasına örnek olabilecek şekilde Kanadalı yazar-şair-müzisyen Leonard Cohen bir söz bırakmıştır: “Olmak istediğin gibi davran, sonunda davrandığın gibi olursun.”[3]
İnsanın düşünme mekanizması aspiratör, yazması-konuşması ise bacadır. Hiç düşünmemek yani aspiratörü hiç çalıştırmamak bunun için çok çabalasanız bile imkansızdır çünkü o aspiratörün altındaki ocakta mutlaka yemek pişecektir ve pencereyi kapatmanıza böylece aspiratöre muhtaç olmanıza sebep olacak etkenler oluşacaktır. Düşüncelerin var oluşuna sebep olan çevresel faktörler her daim var olacaktır.
Düşünce oluşunca insan duramaz; tıpkı yemeğin kokusunun aspiratörle bacadan veya pencereden dışarı çıkması gibi, düşünce de mutlaka bir yerden dışarı çıkıverir. Mutfaktan çıkan kokuların sokaktaki kişiye ve zamana bağlı olarak farklı yorumlanması gibi, dışarıya yansıyan düşünceler de mutlaka her birey tarafından farklı yorumlanır. Dolayısıyla aspiratör ve baca örneğinde olduğu gibi, düşünen ve konuşan ne kadar masum veya suçluysa, onu dinleyen de o kadar masum veya suçudur. İkisi de mağdurdur, ikisi de mağrurdur. “İcatlar ihtiyaçtan doğar.” misali, aspiratöre olan ihtiyacımız yani düşünmek-düşünmemek meselesi tartışmaya kapalı olduğuna göre bu paradokstan sıyrılmak için geriye birkaç yol kalıyor:
– Birey aspiratörden çıkıp bacadan sokaktakilerin burunlarının içine girecek kokuyu hiç düşünmeden, sadece o anki kendi anlık keyfine, ağız tadına göre yemek pişirir ve bu doğrultuda aspiratörden dışarıya ilgili gazı gönderir, kokuyu yayar.
– Birey, aspiratörden çıkıp bacadan sokaktakilerin burunlarının içine girecek kokuyu önemser, bu doğrultuda kendini onların yerine koyar. Yemek pişirirken sadece kendi zevkini düşünmez aynı zamanda ortaya çıkacak kokuyu ve aspiratörün altında birikecek gazı da düşünür. Ona göre ne pişireceğine karar verir, bu doğrultuda aspiratörden içeriye ilgili gazı gönderir, kokuyu yayar.
-Birey, aspiratörü düşünmez ve onu kendi kararları doğrultusunda kullanmaz. “Zaten kafa şişiriyor.” der. Sokaktaki insanları hiç düşünmez hatta kendi ağız tadını bile düşünmez. Karın tokluğuna beslenir. İşi oluruna bırakır. Çevresel faktörler neye yönlendirirse onu yapar. Ne koku çıkarsa çıkar. Nereden çıkarsa çıkar…
İşte böylesi için yazar Harlan Ellison’un kısa bir söylemi vardır:
“Fikrini savunmaya hakkın yoktur. Bilgi temelli fikrini savunmaya hakkın vardır. Hiç kimse cahil kalma hakkına sahip değildir.”[4]
Ve Dostoyevski bu sözü bize tamamlar nitelikte şöyle der:
“Hoşnut değilseniz geberin köpekler!”[5]
[1] Açıklamalı Türkçe Deyimler ve Atasözleri, Hazırlayan: Memet Türkkan, Gendaş Yayınları, İstanbul 2003, s. 291
[2] MONTAIGNE, Denemeler, Der. Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 9
[3] “Act the way you’d like to be and soon you’ll be the way you act.” Leonard Cohen
[4] “You are not entitled to your opinion. You are entitled to your informed opinion. No one is entitled to be ignorant.” Harlan Ellison
[5] “Crevez, chiens, si vous n’etes pas contents!” DOSTOYEVSKI Fyodor Mihayloviç, Suç ve Ceza, Çev.: Mazlum Beyhan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2020, s. 281