
Demokrasisi kıt, egemenleri yoz olan ülkelerde de er geç gün gelir, devran döner; hakka, hukuka, eşitliğe, kardeşliğe inananların yaptıkları yasalar yürürlüğe girer. Bu mutlu sonuca doğru gidebilmenin, bu sonuca bir an önce kavuşabilmenin yolu o ülkedeki eylemcilerin (aktivistlerin) sayılarının coğaltılmasına ve bu kimselerin etkin cabalar sergileyebilmelerine bağlıdır. Bu nedenle aktivistleri, özellikle bu toprakların aktivistlerini tanımamız gerekir:
Kimlerdir, ne biçim kimselerdir? Neden aktivist olurlar? Onları etliye, sütlüye dokunmayan, birbirlerine “rüzgar estiğinde eğil ki kırılmayasın” diyen, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen yurttaşlardan ayıran nelerdir? Aktivistleri
tanımamız, onları insanlığın sorunlarıyla ilgilenmeye yol acanın ne olduğunu anlamamız gerekir.
İstanbul Tabip Odası’nın önde gelen aktivistlerinden Ali Özyurt’un bu kitabı oluşturan notları, bu acıdan önemlidir.
Ali Özyurt’un hangi yollardan gecerek, nasıl yaman bir aktiviste dönüştüğünü izliyoruz bu eserde.
Cocuktur, henüz 9 yaşındadır, 1972’de bir gün uzun tüfekli jandarmalar önce amcasının, sonra Ali’nin evine dalar, burada arama yapmaya koyulurlar. Babası Trabzon yapımı
silahını, dedesinden kalmış Sürmene cakısını jandarmalara kaptırmak istemez, bunları Ali’nin anneannesinin çeyiz sandığına saklar, kücük Ali’ye de “Uyur gibi yap” der ve çocuğu sandığın üstüne yatırır. Jandarmalar Ali’ye ve sandığa ilişmez, giderler.
Ali Özyurt insanların evine böyle destursuz girilip arandığını, babasına, amcasına suçlu gibi bakıldığını, bu insanların ve aile fertlerinin bu olay sırasında nasıl rahatsız edildiğini daha cok kücük yaşında gözlemler ve içinde baskıcılara karşı tepkiler oluşur.
1978 yılında liseye devam ederken ülke bir kan gönlüne dönmüştür. Gazetelerde her gün ölüm haberleri okunur.
Ali lisede Marksizm’i okuyarak öğrenmeye başlar. Çok okur: Felsefenin Temel İlkeleri’nden Kapital’e evrilir. Bunlar ona neyin niÇin olduğunu öğretir. Onun eylemlerine, birikimlerine zengin bir zemin oluştururlar. Ali artık boykotlara
katılan, bildiri dağıtan genc bir eylemciye dönüşmüştür.
Yıllar gecer, aktivistliği onu Türkiye’de sağlık ve sağlığın ayrılmaz bir bileşkesi olan demokrasi konusunda caba gösteren hekimleri barındıran İstanbul Tabip Odası’nda
görev almaya götürür. Bu sırada deneyimli ve güÇlü bir aktivist olan Dr. Ali Cerkezoğlu ile beraber calışmak, onun deneyimlerinden faydalanmak Ali Özyurt’un bu yönünü
zenginleştirir: Ali giderek aktivist olmanın sadece sokakta yürümek, slogan atmakla gerçekleşmediğini, okumanın, konulara ait ciddi bilgi sahibi olmanın da gerekli olduğunu
öğrenir ve bu konuda yaptığı calışmalarla arkadaşlarına örnek olur.
Sağlıkta demokrasi yokluğunun yol actığı felaketler konusunda önemli makaleler de kaleme alır:
‘Bebeklerimiz Neden Ölüyor?’
‘Domuz Gribi Yoksulları Vururken, Varsılları Zenginleştiriyor?’
‘Tarihe Tanıklık Etmek: 13 Mart 2011 Sıhhiye Meydanı, Ankara’
Ayrıca çeşitli yayınlar icin kaleme aldığı yazılar önemli bir yekun tutar.
Ali Özyurt’un yazılarından iyi aktivistlerin aynı zamanda biraz da şair olduklarını sezinliyoruz.
“Kederi siyaha boyadım
Ümidi beyaza.
Beyazlar giyindim
Siyahlar icimde…
Kederi ümitle döşedim” diyor Ali Özyurt.
Ali Özyurt mecburi hizmetini Türkiye’nin görkemli merkezlerinden uzak, küçük bir sağlık ocağında yapmıştır.
Bu kücük sağlık ocağındaki gözlemlerini bize, Maksim Gorki’nin “Benim Üniversitelerim”deki üslubunu anımsatan bir güzellikle yansıtır:
“Ve o kücük kasabada hayatın ne demek olduğunu bir güzel öğreniyorum. Sağlık müdüründen bürokrasiyi, sağlık ocağı başhekiminden recete yazmayı, hemşireden aşı ve
iğne yapmayı, hastabakıcıdan dikiş atmayı, tıbbi sekreterden 10 parmak daktilo yazmayı, sağlık ocağı cipinin şoföründen araba kullanmayı, sarışın, mavi gözlü ebeden sevişmeyi,
hastalardan hekimliği, hasta yakınlarından hastaları, eczacıdan ilacları, dişhekiminden para kazanmayı, veterinerden hayvan sevgisini, kaymakamdan Devleti ali’yi, ağır
ceza reisinden icki icme adabı ve meyhane kültürünü, savcıdan cumhuriyeti koruma ve kollamayı, avukatlardan savunmayı, emniyet müdüründen işkenceyi, polislerden ölüm tehdidini, ANAP ilçe başkanından sürgünü, iktidar yandaşı partizanlardan hekime şiddeti… Bunların bir kısmını mahkeme salonlarında öğreniyorum haliyle.”
Bütün bunları okuduğumuzda Ali gibi kökten bir aktivistin bol okuma, cesur olma, inatcı olma ve hayatı sevme gibi önemli niteliklerinin olması gerektiğini kavrıyoruz. Ali
gibi solcu aktivistlerin diğerlerinden bazı farklarının da bulunduğunu öğreniyoruz: Aktivistin solcusu aynı zamanda romantiktir, edebiyatı sever, bazen de şiir yazar.
Ali bize bunları anımsattığın, öğrettiğin icin bin yaşa…
Selcuk Erez’in bu yazısı, Ali Özyurt’un 2016 yılında yayınlanan “Söz Uçar Yazı Kalır” kitabının önsözünde yayınlanmıştır.
İlgili yazılar
Biz devrim peşindeydik onlar özgürlük / Ayşegül Tözeren