İzmir Banliyö Taşımacılığı Sistemi AŞ’ye (İZBAN) bağlı iş yerlerinde uygulanmakta olan grev, 29’uncu gününde ‘60 gün süreyle ertelendi’ fiilen grev yapılamaz hale geldi.
İZBAN grevi 2019 yerel seçimlerinin öncesine denk geldiği için çeşitli tartışmalara konu oldu. CHP’li İzmir Belediyesi ve aralarında DİSK eski genel başkanı Kani Beko’nun bulunduğu kimi milletvekilleri, bu grevi ‘CHP’li yerel yönetimi yıpratmak’ sebebiyle uzatıldığını ileri sürdüler. AKP bütün grevleri yasaklarken İZBAN grevini neden yasaklamıyor muş? Vay ki ne vay!
Kuşkusuz AKP yöneticilerinde CHP’li belediyeyi yıpratmak gibi bir niyet, hedef, plan vardır. Ancak bu böyle olsa bile bunun sorumlusu grevciler mi yoksa işçileri greve çıkılmasına yol açan ücret ve sosyal haklara mahkum eden patron, İzmir Belediyesi mi?
DİSK eski başkanı ve CHP’li İzmir Belediye yönetimi işin kolayına kaçarak işçileri suçlamayı tercih ettiler ve CHP’ye oy veren İzmir halkını grevcilere karşı kışkırtmaya çalıştılar.
İZBAN işçisi ne istiyor?
İZBAN işçisi, ‘kök ücretlerine’ zam ve diğer demiryolu işçilerinin sahip olduğu işten kaynaklı vardiya, nöbet ve risk tazminatlarını istiyor.
İşyeri temsilcisinin verdiği bilgiye göre, İZBAN’da en düşük ücret 1453 lira nettir. Grev, bu gruptaki işçiler için net 2070 lira talep etmektedir. En yüksek ücret net 1890’dır ve bu grubun ücreti de net 2390 liraya çıkartılması isteniyor. Hepsi bu!
Bu rakamlar neredeyse yeni asgari ücret seviyesinde veya biraz üstündedir. Yeni asgari ücret taban ücreti zaten 1829 liraya çıkartmıştır. Üstelik CHP liderinin açıklamalarına inanacak olursak, seçimlerden sonra CHP’li belediyelerde asgari ücret 2200 lira olarak uygulancak.
Bu durumda İZBAN işçisinin talebi yüksektir denilebilir mi? Grevi ısrarla sürdüren işçiler mi, yoksa işçilerin taleplerini karşılamayan patron, İzmir Belediyesi mi?
Grev düşmanı büyük koalisyon
İşçilerin talepleri ve greve çıkma sebepleri yasal, meşru ve abartılı olmadığı halde, bu grev üzerinden CHP ve AKP’li koltuk sevdalılarının kopardığı fırtınanın ne çok ortak yönü olduğu da görülmüş oldu.
Mecliste ve mitinglerde birbirlerine söylemedikleri söz kalmayan CHP ve AKP liderleri, sözcüleri ve belediye başkanları, İzmir’de demiryolu işçilerinin grevi karşısında söz ve el birliği yaptılar. Bu el birliği işçilerin meşru ve haklı taleplerinin yerine getirilmesi üzerine yapılmadı; grev kırıcılığında her iki parti de birleşti.
CHP’liler ‘Grev uzadı, CHP’li belediyeyi yıpratmak için sürdürülüyor’, ‘AKP neden grevi yasaklamıyor’ demişlerdi. AKP’liler de ‘bu kadar istediniz, alın yasaklıyoruz’ diyerek grevi ertelediler. Zaten Erdoğan patronlara ‘OHAL’i sizin için yaptık, bakın grev oluyor mu’ dememiş miydi?
AKP’nin grev düşmanı olduğunu tartışmak bile gereksiz ancak CHP de kendisine karşı grev yapılmasını istemeyerek, AKP’den farksız olduğunu ortaya koymuş oldu. Grev ve işçi sınıfı karşısında yok aslında birbirlerinden farkları… Grev yasağında birleşen bu iki partiye yerel seçimlerde işçiler neden oy versin ki?
DİSK’in haline bakın!
İZBAN örneğinden çıkacak bir diğer ders, DİSK hakkında olandır. Grev kırıcılığı yapan milletvekili Kani Beko, DİSK eski Genel Başkanıydı. Öyle ki, süresi dolmadan, alel acele başkanlığı bırakıp, aday adayı olmak üzere vekilliğe müracat etmişti. O zaman da bu tutumu çok eleştirildi. Belli ki, eleştiriler Kani Beko’nun umrunda değil. DİSK umrunda değil. İşçi sınıfı umrunda değil.
İZBAN grevi, onun şahsında DİSK içindeki sinsi grev kırıcı eğilimleri ortaya çıkartmış oldu.
Aslında DİSK’in adı dışında siyasi ve sendikal bir kimliği ne kadar kaldı sorusunu sormalıyız. Bu soruyu sorduracak olaylar yok değil. Son birkaç örneği hatırlayalım.
Birincisi, yakın tarihte DİSK’e bağlı Lastik-İş Genel Başkanı işyeri temsilcilik binasında bir işçiyi darp ettiği sırada çıkan arbedede kendi silahıyla vurulup öldürülmesidir. İşçinin darp edilmesi ve işçiye karşı silahlı sendikacılık DİSK içindeki kokuşmuşluğun bir örneği olmuştur.
İkincisi ise, basına sınırlı yansıdı. DİSK’e bağlı Güvenlik Sen sendikasının yöneticilerinin sendikaya muhalif işçileri ‘cumhurbaşkanına hakaret ettiler’ diyerek devlete ihbar etmesidir. Bu işçilerin yargılanmaları sözkonusu olacak. İhbarcılık ve DİSK, buyrun yanyana!
Ya da Sosyal-İş’in örgütlü olduğu Metro Market’e bağlı Real işçilerinin tazminat hakları için mücadeleyi boşvermesine ne demeli? Dev Yapı-İş’in tutuklu genel başkasının duruşmasına DİSK yönetiminden katılımın olmayışına ne diyeceksiniz?
Ve daha başka örnekler sıralayabiliriz. Ancak sonuç değişmeyecek.
Bütün bu olaylar niyetlerden bağımsız olarak grev kırıcılığına, işçi düşmanlığına kapı aralar. Kuşkusuz DİSK’in adına uygun faaliyet yürüten işçi, temsilci, sendikacılar vardır ve onlar da bu durumdan zaten şikayetçiler. Nitekim Nakliyat-İş, Kani Beko’yu kınayan bir bildiri yayınladı.
Ancak yönetim koltuklarında olup da bütün bunlara sessiz kalanlara ne demeliyiz? Onlar suskunluklarını sürdürüp koltuklarına biraz daha gömülmeyi nasıl sindirecekler? Bekleyip göreceğiz!