Olağanüstü hal döneminin son Kanun Hükmünde Kararnamesi ile kamu görevinden men edildim. Benim dahil edildiğim listeden önce de çıkarılan, gece yarısına ve tatile denk getirilen KHK’larda endişeyle kendimin ve arkadaşlarımın adını aradım. Yalnız değildim. Pek çok muhalif, sendikalı, imzacı, üst yönetimle sürtüşen veya hakkında soruşturma olan kişi de benim gibi baktı bu listelerde, yüz bin kişi içinde olup olmadığına.
Meslektaşım, arkadaşım, hocam olan insanların isimlerini teker teker okurken, hangi birine nasıl telefon edeceğimi, ne diyeceğimi bilemezken; bana yardımcı doçentken üç aylık sözleşme dayatanların da, soruşturma dosyalarına cevap vermekten, öğrenci sınav kağıtlarını okuyamayacak hale getirenlerin de adı bu listelerdeydi. Bir şekilde karşı karşıya gelmiş olduğum, benim değilse de arkadaşlarımın mobbing süreçlerinin mimarları da… karma karışık bir süreçti hepimiz açısından, sıra kime gelecek diye kaygıyla beklediğimiz.
Benim sürecimse biraz farklı işledi. Zaten istifa ettiğim ve hukuka dair bir umudumun kalmadığı dönemde KHK’ya denk geldim. Bu açıdan pek çok ansızın işini kaybeden arkadaşıma göre talihli sayılırım. Ama bu, Almanya’daki yaşamımı bana sürgün haline getiren bir dönemin temel unsurlarından biri oldu yine de. İdari görevlerden dolayı çok zorlandığım halde, vermek zorunda kaldığım hiç de insani olmayan miktardaki derse rağmen, pek çok arkadaşım gibi öğrencilerimden ve derslerimden ayrı kalmanın hüznü içimde hala duruyor.
KHK üzerinde yazmak benim haddime değil. Birebir yüzleştiğim bir durum olmadı. Ancak uzaktan, hala hükmü kalmasa da vatandaşlığına ve pasaportuna sahip olduğum; fiziksel olarak uzak olsam da, kulağımın, aklımın gözümün odağından ayırmadığı ülkemin benim gibilere olan eziyetleri karşısında duygudaşlığım çok yoğun. AKP’den kazanılan her mekana dair sevinçlerim, adaletsizliğin yankılandığı sosyal medya mahallelerinin kuytularında oluşan hüzünlerim var. Seçimleri beraber izleyip, açıklamalara sosyal medyadan beraber atarlanıp, uzaktaki yakındaki dostlarla Türkiye konuşuyoruz, başka ne konuşalım zaten.
Bir umutla gideceğimiz dönemi kestiriyoruz, kalacağımız süreci de nasıl “yöneteceğimizi”. İşin gerçeği dönmeye dair umutlarımız seçimler döneminde yükselse de dönünce hapse atılma ihtimali gerçekleşmese bile bir iş bulamayacağımız, biriken borçlarla baş edemeyeceğimiz veya kendi başımıza hayat kuramayacağımıza dair ihtimaller konuşulmasa da hep masanın üzerinde soğuduğu için ve ayıp olur diye yenilmeyen “son lokma” gibi duruyor, üstelik en neoliberal haline düştüğümüz akademi içinde.
Kalabilmek için para kazanmaya devam etmek zorunda olduğumuz yurtdışı akademilerinde kalıcı pozisyonların yerine üç aydan üç yıla kadar değişen sürelerle “projeleri kovalamak” şeklinde gerçekleşen prodüktif ve prezentable yaşamlarımızı da masada rakının yanında tutuyoruz, hem de Türkiye’deki arkadaşlarımızın yüreklice süreçle başa çıktıklarını, bir sürü iş yapabildiklerini görerek. Bu yüzden destek ve dayanışma hayati önem arz ediyor ya zaten. Bir direnme biçimi olarak hayatta kalmaya, mesleğimizi yapmaya çalışıyoruz işte.
KHK’lılar olarak ellerimizden alınan hakların yelpazesi ise geniş; öncelikle seyahat hakkımız elimizden alındı. Pasaportlarımız geçersiz. Bu, ülkeden çıkma hakkımızın elimizden alınmasının yanı sıra, başka ülkede yaşıyorsanız da sizi etkiliyor. Pasaportunuzun süresi bitmiş ise konsolosluk sizle ilgili işlem yapmıyor. Pasaportsuz olarak fatura ödemeniz, banka işlemi yapmanız veya çalışmanız mümkün değil, durumu idareye bildirdiğinizde ise sığınma hukukuna yönlendiriliyorsunuz demek bu. Eyaletin veya devletin inisiyatifine bağlı hale geliyorsunuz yani, çalışabileceğiniz kalifikasyonlarınızı yanınızda taşısanız bile. Sosyal ağlarınızın genişliği ve özgeçmişlerde ölçümlenen vasıflarınızın bir önemi kalmıyor bu noktada. Devlet karşısında çıplak vatandaşsınız çünkü. Ne garip, bir devletin zulmünden kaçıp diğerine sığınma fikri. Tüm vatandaşlık haklarınızı başka bir devletin eline teslim etmeniz gerekiyor ve politik bir özne olmaktan çıkma kararı bu. Pek çok arkadaşım, bu konudaki baskılara direniyor, ama nereye kadar.
İkinci olarak çalışma hakkımız alındı elimizden ve buna dendi ki sosyal ölüm… vergiler, borçlar, kira ve diğer ödemeler devam ederken gelir kazanma hakkımız elimizden alındı. Şimdi üçüncü sayfa haberlerinde iş cinayeti veya intihar başlıklarıyla çıkan haberlerde, bir satırla geçiyor bu bilgi. Bilmem kaç yıllık öğretmen, KHK ile ihraç edildikten sonra… devamı malum.
Ayrıca haklarında belirgin bir hüküm bile bulunmadığı halde velayet hakları dahi ellerinden alınıyor bu insanların… Tecavüzcülerin tecavüz ettiği kadınlar ve çocuklarla evlendirildiği veya katillerin sokakta rahatça gezdiği bir ülkenin fotoğrafı bu. Yüzü botokslu mafya liderleriyle fotoğraf çektirmek için ayaklarına galoş giyip sıraya giren ellerinde çalıntı bir logo ile beka derneği kuran belediye çalışanlarından, katil ile selfie çeken emniyet mensuplarına veya kadın cinayeti haberine alakasız bir ayrıntı girerek kadının hayatını sorgulamaya kalkışan medyaya kadar suç ortaklığı içindeki yığınların fotoğrafı bu. Füsun Hoca’nın yazdığı kitap olan makbul vatandaşın ne olduğu bu fotoğrafta açık. Bu iktidarın devamı, Füsun Hoca[1]’nın, barış isteyenlerin, gazetecilik, adalet çağrısı yapanların ve hırsızlık ile talana isyan edenlerin susturulması ve rehin alınması üzerine kurulu işte, açık. Bu yüzden KHK’lılar ve suç ortağı haline getiremedikleri herkes, öldüren ve hasta eden kötü işlerin yeni adayı.
Bazı KHK’lılar kurumlarından ve memuriyetten uzaklaştırıldıktan sonra bilim ve sanatsal faaliyetlere devam etmek istedi. Doktorluğa, avukatlığa veya bilim insanı ya da sanatçı olarak çalışmaya. Hayatınızı adadığınız, uğruna sevdiklerinizden ve kendinizden çaldığınız zamanı değerlendirdiğiniz faaliyeti yapmaya yani. Ancak bir ceza olarak, KHK’lıları kendi değerlerini oluşturdukları alandan da uzak tutulmaya çalışılıyorlar. Dahası da geldi. Bazı KHK’lıların eğitim hakkı da ellerinden alındı. Şimdi ise tartıştığımız şey, vatandaş olarak bizlerin yurtdışında muhatap kaldığımız durumun yurt sathına yayılması: En önemli bir vatandaşlık hakkı olan seçme ve seçilme hakkı üzerine AKP çalışma yürütüyor.
KHK listelerinde konulan kişilere bakalım. Kaçının sonuçlanan davası var? Dava evrensel hukuki dayanaklara göre mi yürütülmüş veya bir milletvekilinin, örneğin bir güç mücadelesinde birer dayanak/piyon mu olmuşlar? Bir dava var biliyorum, mülteci kampında tecavüzü kapatmak için olmadık baskıya maruz kalan bir aile ve KHK’lanma süreci. Bunun istisna olduğunu kim söyleyebilir. Dahası, kendi pis işlerini örtmenin yolu olarak “vatanı bölücülerden veya teröristlerden kurtarma” söylemine sarılarak isim listesi verenler, bu sürecin neresinde vicdanlarını temizleyecek merak ediyorum, kaç rekat namaz kılmaları, kaç gün oruç tutmaları gerekecek?
Ekonomik ve sosyal olarak fırsat eşitliği hakkının, olağanüstü hal döneminde elimizden alındığını deneyimledik. Olağanüstü hal, hala eski ittifakların kavgalı ayrılıkları dışında açıklanamayan, aklı çalışan herkesin uzak durduğu veya karşı olduğu bir suç örgütü olduğu çok öncesinden ilan edilen Fethullahçıların akla uzak girişiminin, bir darbenin yarattığı sonuçlar demekti.
Bu sonuçlar, aynı saçmalıktaki dayanaklarla oluşan listelerle insan haklarımızın elimizden alınmasına kadar götürdü bizi. Şimdi ise vatandaşlıktan çıkarılıyoruz, çaktırmadan. Kimin hangi yetkiyle yaptığı belli olmayan bir yasa ile. Evrensel hukuk kurallarına uygun olmadığı gün gibi açık. Anayasaya aykırı bir kanun ile elimizden alınıyor, vatandaşlık. 1940’lı yıllardaki haymatlos tartışmaları geliyor aklıma. Heimat, vatan demek. Los ise -sız eki. Vatansızlık, ağır, düşünmek bile istemiyorum.
Sadece soruyorum, siz kimsiniz?
[1] https://www.iletisim.com.tr/kitap/makbul-vatandasin-pesinde/7863#.XLy6eXbVK3I