Hatice Eroğlu Akdoğan anı, anlatı, masallar, dergi yazıları, öykü ve roman kategorilerinde pek çok esere imza atan bir yazarımız. Akdoğan’ın son romanı “Mektup Bizden Selam Söyle”yi okurken, 12 Eylül cuntası döneminin acılarla dolu günlerine döndüm. O yılların acılarıyla sarsıldım.
1960’lı ve 70’li yıllar köyden kente göçün zirve yaptığı yıllardır. İstanbul, köyde geçimini sağlayamayan yoksul köylülerin göç ettiği şehirdi. Yoksulluğundan dolayı köyünden kopmak zorunda kalan insanlarımız Gültepe, Çağlayan, Okmeydanı, 1 Mayıs, Nurtepe gibi gecekondu bölgelerinde ayakları üzerinde durmaya çalışmaktaydılar. Köyden göçenler montaja dayalı fabrikalarda, işyerlerinde işçi, emekçi olurlar. Hasanlar, Hüseyinler, Aliler, Gazeller, Hacerler, Metin gibi kardeşlerini de kente taşımaktaydılar.
Köyden kente göçen Metinler, 68’li yılların devrimci geleneğinin peşinde sınıf mücadelesinin içinde yer alırlar. Daha lisede öğrenciyken işçi direnişine destek olmak için fabrika önüne gittiğinde gözaltına alınıp iki buçuk ay tutuklu kalan Metin, üniversiteye gitmeyi reddeder, işçiliğe devam eder. İşçi sınıfı içerisinde yer alan Metin ile üniversiteli Halil, barındıkları ev jandarmalar tarafından kuşatılınca, yakalanmamak için kaçmak isterlerken yakalanırlar. Metin yaralı olarak işkence tezgâhına çekilir. 12 Eylül cuntasında, on yedi yaşındaki Erdal Eren on sekiz yaşında gösterilerek idam edilir. Savunma hakları bile ellerinden alınan Metin ile Halil, idam cezasına çarptırılırlar.
“Asmayıp da besleyelim mi?” diyen cuntacı generaller, can alma peşindedir. Alelacele yargılanarak, ispatsız, delilsiz şekilde idam cezasına çarptırılan Halil ile Metin, gözaltına alındıklarında işkencede direnirler. İşkenceciler için her yol mübahtır. İşkence yöntemlerinde sınır tanımadıklarından, Metin’in eşi Elif ile küçük oğulları Barış da işkenceye alınır. Romanın bu sayfalarını okurken, aklımıza işkencede direnen İbrahim Erdoğan’ın (12 Temmuz 1991’de katledildi) eşi ile üç yaşında bile olmayan kızının, 12 Eylül sonrası Gayrettepe I.Şubede işkence tezgâhına çekilmeleri geldi.
12 Eylül 1980 cuntası döneminde on sekizi sol, sekizi sağ görüşlü olmak üzere, elli kişi idam edildi. Hatice Eroğlu Akdoğan “Mektup Bizden Selam Söyle” romanında, Metin Karacan ile Halil İncesu adlı iki solcuya, duruşmalara bile çıkarılmaksızın idam cezası verilir. Bu da yetmez, idam cezası alanların en yakınları da cezalandırılır. Hatice Eroğlu Akdoğan, 12 Eylül cuntası dönemindeki faşizan ortamı idam cezası alanlar ile ailelerinin yaşadıklarını anlatmaktadır. İdam cezası alan Metin, ziyaretine gelen eşi Gülcan’a moral vermek için, Nazım Hikmet’in dizesiyle seslenir; “En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımızdır.”
12 Eylül 1980 cuntası sonrası, “küfür romanları” dönemidir. Rıfat Ilgaz “Aydın mısın?” şiirinde; “Yollar kesilmiş alanlar sarılmış / Tel örgüler çevirmiş yöreni / Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende / Benden geçti mi demek istiyorsun / Aç iki kolunu iki yanına / Korkuluk ol” der. İki kolunu iki yanına açarak korkuluk olmaya niyeti olmayan sözde aydın(!) ve sanatçılarımız(!) gerçekleri dile getirmekten kaçındılar. Toplumsal gerçeklere parmak basma cesaretini gösteremediler. 12 Eylül dönemi tartıştırılmak istenmedi. Hatice Eroğlu Akdoğan, kırk yıl öncesinde yaşananların altını güzel bir kurguyla dile getirirken, korkuluk olma görevini yerine getirmiştir.
12 Mart, 12 Eylül cuntacıları askeri botlarla, henüz yaşayamadığımız güzel günlerin üzerinde tepindiler. Sosyal uyanışa düşman olan egemen sınıflar ideallerimizi yok etmeye çalıştılar. 15-16 Haziran İşçi Direnişi sonrası, “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” demecini veren eski Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, 12 Mart 1971 askeri cuntasının haberini vermişti. Sosyal uyanışın sistemin bekası açısından büyük tehlike olduğunun farkında olan tekelci burjuvaların temsilcisi Halit Narin, “Şimdi gülme sırası bizde,” demişti. 24 Ocak Kararlarının kazasız belasız uygulanması amacıyla, 12 Eylül 1980 cuntasını işbaşına getirdiler.
Egemenlerin “gülme dönemi” olan 12 Eylül’de, Metin cezaevindeki koğuş arkadaşlarına şöyle der: “…biz savaşın idam cephesine hazırız, siz de hazır olun, yüzünüzdeki o açık olmayan ifade tarzından sıyrılın lütfen, dün Denizler, bugün Ahmetler, Necdetler ve Erdallar. Bu mücadelenin bir de yarını var. O yarında belki de sıra bizde.”
Metin sadece cezaevindeki arkadaşlarını değil, eşi Gülcan’ı da olabilecek olumsuzluklara hazırlamak ister. Zulmün karşısında dik durmayı önerir. “Davamızı sürdüreceksek, tarihte onurlu insanlar olarak anılacaksak böcek gibi yerlere yapışmayı, zalimlerin ayaklarına yüz sürmeyi aklımızdan çıkarmalıyız. Biz Mahirlerden, Denizlerden aldığımız bayrağı şerefle taşıyoruz. Yeri geldiğinde taşıyacaklara emanet ederken boynumuzu asla eğmeyeceğiz,”der.
Metin ile Halil’i idamlarından sonra battaniyeye sarılı halde mezarlığa getirdiklerinde, Metin’in ablası Gazel ile Halil’in annesi Hacer’in haklı tepkilerine, cuntacılar onları tutuklayarak karşılık verirler. Bu da yetmez, Metin’in eşi Elif işten atılır. İdamları öncesi yazdıkları mektupları on iki yıl sonra açığa çıkar.
Beş yaşındayken babasını yitiren Barış, babasının işçi olarak çalıştığı işyerinde elleriyle ürettiği panjur dolabın içinde kendisine bir mektup bıraktığını uzun yıllar geçtikten sonra öğrenir. Metin o mektubunda oğluna şunları yazar:
“Canım Oğlum,
Bugün beş yaşındasın. İleride seni bekleyen güzel günler var. Bizler de bunun için mücadele yürütüyoruz. Sömürü son bulsun, faşizmin yerine demokrasi gelsin, topluma eşitliği getirecek devrim olsun istiyoruz… Bu mektubu sen on beş yaşına geldiğinde açman için koydum. Geleceğe bir selam işte…”
Hatice Eroğlu Akdoğan’ın, “Mektup Bizden Selam Söyle” romanına başladığınızda bitirmeden elinizden bırakamıyorsunuz. Roman kurgusu ve akıcı yazım diliyle çok başarılı.
Geçmişin üzerinden atlayarak geleceği yaratamayız. “Mektup Bizden Selam Söyle” romanını, aynı zamanda, geçmişimizi algılamak açısından da okunmasını öneriyorum.
Mektup, idam sehpasında da devrimci duruşlarından taviz vermeyen, mücadelenin onurlu kahramanlarına, bizden selam söyle…