Yazının tarihi eskice; 2008’de yayınlandı. Bodrum’da yerel gazete Gazete Kent’e o vakitler yazılarımı gönderiyordum.
Yüzlerce haftayı bulan koca bir arşiv kaldı geriye; kim bilir, günün birinde bir seçki yaparım, ayrı mesele…
İşte ben orada, ¨İzah ve İstihza¨ başlıklı bir köşede sessiz sedasız yazardım.
Yazı işleri müdürü, eski Babıâli emeklisi, rahmetli, kaç kuşak Bodrumlu, Mehmet İlkorur’du.
Oradaki bir yazı şimdi size lazım olacak!
İster ¨Sakla samanı, gelir zamanı¨ deyin…
İster, ¨Mesele yazarı Mahmut ŞENOL, eski bohçasından çıkarıp çıkarıp sunmaya başladıysa,¨ diye kulp takıp, sonra, O-hooo, onun da artık kelamı tükendi¨ deyin…
Yahut ister, ¨Bugün olacakları 15 sene evvelinden görmüş, ne akl-ı selim adammış yazarımız¨ deyin…
Fakat bana kalırsa, karşımızdakinin elini sıkmadan evvel, hele şu günlerde herkesi paranoyak yapmaya başlamış bulunan Corona virüs salgını için muhakkak okuyunuz.
Hava sıcak! 40 derecelerde yanıyoruz, asfalt eriyor, şıp şıp buharlaşmaktayız.
Bodrum’da gölge aranırken, karşınıza bir tanış çıkıyor; çıkmaz mı…
“Vay morukcum!” diyor, siz galiba onun moruğu oluyorsunuz, “N’aber yaaa..” diye uzatıyor ellerini…
Muhabbet ve samimiyetle tokalaştınız, mamafih karşınızdakine bu yetmedi, ille öpecek, morukcuğumu; yani sizi…
Ardından yanak yanağa geliyorsunuz, teri terinize karışıyor… Yapış yapış…
Az önce lahmacun da yemiş, bu sıcakta… Üstelik soğan, sarmısak kokuyor.
Aman varsın, koksun: Yeter ki elleşmese, tokalaşmasa, yanak yanağa, erkek erkeğe kucaklaşmasak… Vıcık vıcık, birbirimize kaynaşmasak, olmaz mı?!
Morukcum eliyle, az evvel, size uzanmadan önce saçlarını ter ıslağından sıvazlamış, burnunu karıştırmış, hatta serçe parmağını ta dibine kadar sokarak kulağını bir güzel kaşımış olabilir.
Hayır efendim, olabilir değil, bu kesinlikle olmuştur, muhakkaktır…
Karşınızdaki, eliyle vücudun başka yerlerinde yaptığı sivilce araştırma, kafa kaşıma, sırt tırmıklama, kabuk yolma, kıl koparma, gözyaşı silme, hapşırıp aksırığını avuç içinde saklama, yemek artığını diş aralığından almak için küçük parmak tırnağıyla damağını temizleme, en sonunda da tuvalet çıkışında aceleden suya sabuna dokunmama huylarına sahiptir. İnsan elleri yaptıkları görev gereği dakika başı sabunlansa, kolonyolansa bile temiz kalamaz!
Karşınıza bu sıcakta çıkan adam, işte o ellerle sizi tokaya davet etmektedir. Buyurun!
Bir de sarıldınız, yanak yanağa kan tere battınız. Bu ne samimiyet, morukcum!
Ne çare, ellerin sahiplerine kızmayınız… Eller bu kirliliğe alışıktır, bunun için var edilmişlerdir.
Birisi az çalışan, tembel sol eldir, doğası gereği pek oraya buraya uzanmaz; tuvalette taharet hariç! Eh, o da az bir şey değildir, hani….
Ötekisi, insan bedeninde ona buna el atmaya meraklı, pek hevesli, çok bilmiş, hırsız gibi uzun kollu, karıştırıcı sağ eldir.
Sol elle tokalaşsak, belki daha sıhhatli olacak görünüyor!
Tokalaşmak sıkıntısını köşesinde yazan, salt İzah ve İstihza fıkracısı değildir.
Merhum yazar Şevket Rado, insan elini ölüm saçan bir mikrop kepçesine benzetir. Eski tertip Akşam gazetesinde yayınlanan “Tokalaşma Düşmanlığı” adını verdiği fıkrasında El Sıkmayanlar Cemiyeti kurulmasını önerecek kadar, sokaklarda öpüşüp koklaşmaya karşıdır. El uzatanlardan, şapur şupur öpüşenlerden nefret eder, üstat…
Refik Halid insan ellerinin bir tür vücut tanzifat memuru, Türkçesiyle süpürüp temizleme görevlisi olduğunu söyleyecek kadar tokalaşmaktan tiksinir.
“El verme!” başlıklı fıkrasında muhabbet ve samimiyetle el sıkışanlara, “İkinizin de ellerinde meymenet yok”, der, “gözlerinizle birbirinize sevginizi aktarın, elleriniz boş dursun…”
Bana kalırsa, sıcakta erimeye yüz tutmuş dondurma gibi birbirine yapışıp kalacağı belli olan iki insanın yolda tokalaşması, hele kucaklaşmasından acilen vaz geçmeliyiz.
Bununla beraber, gül kokulu bir banyo temizliğindeki saçlarını savurarak gelen, elleri kremle bakımlı, tırnakları ojeli, makyajı yüzünde asılı durmayacak kadar düzgün bir hanımefendi görürseniz… Size diyorum, ey morukcum diyen arkadaş, burnunu karıştırmayı bırak da dinle: İşte o zaman nazikçe el uzatıp yanak yanağa gelebilirsiniz.
Aman, dikkat! Şakaklarınızdan çenenize doğru sicim gibi inen tuzlu bir ter akıntısı olmasın… Mendilinizle arada bir kurulansanız, iyi olacak!
Böyle bir hanımla karşılaşmak olasılığını hesap eden bu işin meraklısı beyler gibi arka cebinizde bir mendil gezdirseniz ya…
Akıl satmanın bu kadarı da maskaralık demeyin!
Gördüğünüz ve tanığı olduğunuz gibi, fıkralarımda, türlü maskaralıklar icat etmekte üstüme yoktur!
Değil mi morukcum!