Tiyatro empati kurmanın öğrenildiği yerdir.
Tiyatro; İnsanı anlamak için insanın insana oyun oynadığı yer…
Homo Ludens’tir insan, oynayan tek canlıdır.
Hiçbir kedi köpek kendi cinsini taklit etmez; insan eder ama…
İnsanın taklit gücü tiyatroda anlaşılıyor, en iyisinden…
Eğer tiyatromuzun usta ismi Nedim Saban’ın yönettiği Süper İyi Günler başlıklı oyuna giderseniz, empatiyi ve taklidin yapılan taklidini izleyip Christopher’la tanışırsınız.
Otizm ~ Asperger Sendromuyla yaşayan 16 yaşındaki Christopher’ın taklit edeceği kimse yok; o kendini yaşıyor, kendi taklidini yapabiliyor sadece…
Ondan başka herkes bir başkasını taklit edebilirken, elinden geleni sadece ve mutlak olarak bu kadarı!
Pek çok ödüllü İngiliz yazarlarından romancı Mark Haddon’un, Türkçeye “Süper İyi Günler” başlığıyla, yakın zamanlarda çevrilir çevrilmez, herkesi kıskandıracak ve en azından gıpta ettirecek biçimde 12 baskıya ulaşmış romanı, aynı zamanda tiyatro eserine de uyarlandı.
271 sayfalık romandan uyarlamayı yapan Simon Stephens idi ve sahnelerde büyük başarı kazandı. Listesi epeyi uzun olduğundan aldığı ödülleri sıralamayı bir yana bırakmalı. Sadece New York’un tiyatrolar semti Broadway’de aralıksız hâlen sahneye çıktığını söylemek yeterli olmalıdır.
Romanın yayınlandığı 2003 yılından bu yana gördüğü ilgi salt sadeliği, akıcı dili ve roman sanatını en iyi biçimde kullanmasıyla açıklanamaz; aynı zamanda roman kahramanı otistik Christopher’ın, insanın-insanlığın en çok ihtiyacı olan empatiyle bizi yüzleştirmesinde aranmalıdır.
Evet, roman kahramanı ve tiyatro karakteri Christopher, hepimizi insan yapacak bir duyguyu, ötekini anlamak ve hissetmek duygusunu bize verdiği için bu eser başarılıdır.
ABD’den aldığı tiyatro eğitimiyle donanmış olarak geri dönen Nedim Saban’ın 1992’de kurduğu TiyatroKare Sahnesi, “Süper İyi Günleri” iki yıldan bu yana süren hazırlıkların ardından 5 Ocak 2019’da ilk temsiliyle sahneledi.
Biraz gecikmeli olarak oyunu ancak Mart ayı sonlarına doğru izlemek, yakalamak imkânı doğması benim için az şey midir! Kaçıncı oyunu olduğunu sormayı dahi akıl edemediğim temsillerden birisinde, Christopher’la tanıştım; empatiyi bir daha öğrendim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve kimi büyük şirketlerin çözüm-destek ortağı olarak arkasında durduğu bu projede 80 metre karelik, konkav-içbükey dev bir ekranın kurulu olduğu sahne bizi karşılıyor. Dekor perdesiz ve tamamen bir anlamıyla Kübist-absürt tarzda Geometriktir. Birkaç siyaha boyalı ahşaptan kapaklı kutuyla oyuncuların kostüm ve oyun gereçleri oradan buraya taşınır; hepsi o. Asıl dekor dijital teknoloji, ses ve ışık efektleriyle verilen bir boşluğun kendisidir. O derinlikte biz kalabalık bir oyuncu kadrosunu ve Christopher’ı tanırız.
Yaşadıkları kasabadaki komşularından evli bir erkeğin peşine takılarak annesi Londra’ya gitmiş bulunan Christopher babasıyla hayatını sürdürmektedir. Bir gün komşu evlerin birindeki bahçede o evin köpeği bahçe makasıyla öldürülmüş olarak bulunur; başında Christopher vardır ve suç onun üzerine yıkılır. Oysa Christopher öldürmediğini söylemektedir; ona inanmak gerekiyor, zira o hiç yalan söylemez, çünkü söyleyemez. O bir otistiktir, yalan nedir bilmez. Fakat bu töhmetin altından kalkması gerekiyor Christopher’ın; o öldürmedi köpeği…
Dedektifliğe merakıyla, Sherlock Holmes tarzı bir araştırmaya kalkışan Christopher köpek cinayetini çözmek için sahip olduğu tek şeye, matematiğe başvurur; o aslında bir süper zekâdır. Köpek annesini ondan uzaklaştıran adamın geride bıraktığı öteki kadının köpeğidir. Olayların karmaşası 80 metre karelik ekran önünde her an değişen dijital görüntülerin dekoruyla akıp giderken, aslında babasının o köpeği, annesiyle kaçan adamın evine gidip konuştuğu o gece, bir kızgınlık ânında öldürdüğünü öğrenmesi Christopher’ı öz-savunuya geçirecek, evden uzaklaşıp Londra’ya giderek annesini aramaya kalkışacaktır.
Kısaca böylesi özetleyeceğimiz bu maceranın sonunda Christopher üniversiteye matematik öğrenimi için özel bir sınavdan sonra kabul edilirken, tekrar kasabasına dönmüş olacak; anne ve babasıyla, onu seven ve kol kanat geren komşuları yaşlı kadın, Bayan Alexander’la yaşanan her şey bize EMPATİ’yi öğretecektir.
Başlarken demiştik; tiyatro ve burada Christopher bize, ne zamandır unuttuğumuz empatiyi öğretiyor. Buna çok ihtiyacımız var!
Christopher’ı canlandıran Emir Özden için söylenecek söz bulması ne zor; o bir tiyatro Cini…
Mrs.Alexander’ı tiyatronun emektarı Celile Toyon üstlenmiş; bundan daha iyi bir seçim olamaz.
Didem İnselel ve Ayça Erturan, tabii baba rolündeki Korel Cezayirli’yi, onlara eşlik eden adlarını sıralamakta zorlanacağımız genç oyuncuları tekrar tekrar alkışlamak buraya kısmet oldu.
Yönetmen Nedim Saban’ın oyun öncesi fuayede bulunup âdeta ev sahibi olarak tek tek herkese merhabayla hoş geldin demesi, tanış olsun olmasın seyircilerle “selfi foto”lar çektirmesi, henüz izlenmemiş oyunu bir ânda başkalaştırmaktaydı; bulunduğum yerden gözlemlemekteydim.
Alman yazarı, akademisyen ve psikoterapist Arno Gruen’in 1992’de yayınlanan “Empatinin Yitimi” başlıklı kitabını, oyundan hemen sonra eve dönünce kitaplığımdaki yerinden tekrar aldım; orasından burasından okumaya başladım.
“Empati, biz insanların, içimizdeki insaniyetsizlikle aramıza duvar ören bir engeldir. Uygarlığımızın tarihi, aynı zamanda, empatinin gelişimi ve kaderinin tarihidir.”
Okuyup satırların altını çizdim ve sonra; Christopher, otistik çocuk, uygarlığın hangi aşamasındaydı diye düşünmeye daldım.
Süper İyi Günler