Bilim İnsanı Gary Saul Morson Devrim öncesi Rusya ile çağdaş Amerika arasında tedirgin edici paralellikler görmektedir.
Bu haftanın başkaldırılarıyla 1992 yılında Los Angeles’deki başkaldırılar arasındaki benzerlikler çok belirgin. Her ikisine de dehşet verici video görüntüleri sebep olmuştu ve yine her ikisi de ulusu yandaş ve ideolojik hatlar sathında bölmüştü. Ancak her iki olayın arasındaki farklar daha belirgin ve açıklayıcıdır. 1992’deki şiddet olayları bir mahkeme kararından sonra patlak verdi; Rodney King’in dövülmesi ve tutuklanmasının üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçmişti. Bu yılki başkaldırılar ise George Floyd’un Minneapolis polislerince öldürülmesinden sonraki birkaç gün içerisinde patlak verdi. 1992 yılının başkaldırısı esas olarak Los Angeles’in fakirlerinin ve işçi-sınıfının bulunduğu bölgelerle sınırlı kalmıştı. Bu haftaki kargaşaysa bütün Amerika çapındaydı ve Los Angeles, New York ve diğer yerlerde kargaşa çıkaranlar zengin caddeleri ve bölgeleri hedeflediler.
Fakat en göze çarpan fark belki de sol-kanat elitlerinden gelen şiddetin rasyonalize edilmesi ve bazen de alenen ve yüksek sesle savunulmasıydı: yıkımın kutsanması, polislerin ve onların orta-sınıf hayranlarının açıktan açığa karalanması, vandallığın şatafatlı bir şekilde savunulması. Bu hafta devrim ve sınıf savaşı her yerde hissediliyordu: bu sol-kanat elitler ve alt sınıf, küçük burjuva dükkân sahiplerine karşı harekete geçmek için sıraya dizildi; elitler ve diğer herkese karşı kendilerini temsil ettiklerini iddia ettikleri kesimler.
Gary Saul Morson polisin eylemleri ve George Floyd’un ölümüyle ilgili olarak hiçbir özel içgörüsünün olmadığını söylüyor. Fakat Amerika’nın şu anki siyasi durumu hakkında provokatif bir tezi var: “Bana öyle geliyor ki durum esas olarak eğitimli sınıfın tamamının şüpheye mahal vermeyecek şekilde rejime karşı olduğu ya da bir şekilde devrimci olduğu 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı Rusya’sıyla şaşılacak derecede benzerlikler gösteriyor.”
72 yaşındaki Bay Morson Northwestern Üniversitesi’nde Rus edebiyatı profesörüdür ve Fyodor Dostoevsky, Anton Chekhov ve Leo Tolstoy’u başarıyla yorumlamıştır. Bay Morson tabii ki Lenin’in “devrimci durum” dediği şeye benzer bir durumdan uzaktayız diyor, fakat öyle bir duruma geldik ki iyi-niyetli liberaller çoğu zaman hukuksuz şiddetin yanlış olduğunu söylemeyecek duruma geldiler diye de eklemeyi ihmal etmiyor.
Son dönem çarlık Rusyası’nda, bazı siyasal partiler ve diğer gruplar – Sosyal Demokratlar, anarşistler, Marksistler – açık açık terörizmi onayladılar. Bay Morson “Kendilerini Anayasal Demokratlar olarak adlandıran liberal parti terörizmi tasvip etmedi” diyor. “Fakat onu lanetlemeyi de reddettiler. Ve aslında çıkar çıkmaz terörizme devam edecekleri sözünü veren bütün teröristlerin hapishaneden serbest bırakılması çağrısını yaptılar… Liberal liderlerden birinin sözleri bunu şöyle ifade etmektedir: ‘Terörizmi lanetlemek mi? Bu partinin ahlaken ölümü demek olur.’”
Bundan alınacak ders bugünle çok bağlantılı gibi görünüyor. “Kendinizin gerçekten inanmadığı bir şeyin içerisine birileriyle birlikte çekildiğinizde – çünkü aksi takdirde o kötücül insanlarla birlikte ele alınırsınız ve sizin esas kimliğiniz ‘iyi biri’ olmak, o kötücül insanlara benzememek olduğundan- kendinizi yanlış olduğunu bildiğiniz şeyleri destekler hale gelmiş bulursunuz. Ve bunu durduracak belirli bir ahlaki güç yoksa, buraya doğru kayma hızlanacaktır.”
Hoş bir görüntü veren düzensiz ve kitaplarla dolu Chicago’daki ofisine gömülmüş bir haldeyken Bay Morson’la Zoom’da sohbet ederken zamanının çoğunu Rusya’nın devrimci dönemi üzerine düşünüp yazan bir bilim insanının o dönemle bizim zamanımız arasında paralellikler arama eğiliminde olacağını da kabul ediyordu. Ancak paralelliklerin de bir sınırı vardı.
Her şeye rağmen paralelliklerin bazıları yapılan analojiyi dikkate değer kılmaktaydı. Bunlardan biri de günümüz devrimcilerinin birçoğunun hayli başarılı ve imtiyazlı kişiler olmasıydı. Her ikisi de 30’lu yaşlarında New York’lu avukatlar olan, bir polis aracına Molotof kokteyliyle yangın bombası atma girişimiyle suçlanan Colinford Mattis ve Urooj Rahman’ı ele alalım. Bay Mattis eğitimini Princeton ve New York’da, Bayan Rahman da Fordham’da tamamlamıştı.
Tepedekiler kendilerinin oraya gelmesine imkân veren bir sistemi neden tahrip etmek isterler? “Hayır” diyor Morson, “siz yanlış tespit yaptınız. Böyle birisi olduğunuzda, kendinizi tepedeymiş gibi hissetmezsiniz. Tepedekiler zengin iş-insanları ve siz de bir entelektüelsiniz. Fikir sahibi insanların tepede olması gerektiğini düşünürsünüz.”
“Entelijansiya” kelimesi, Morson’nun belirttiğine göre, Rusça’dan gelmektedir. Klasik dönemde, yaklaşık olarak 1860’lardan 1905’deki Birinci Rus Devrimi’ne kadar, “bu kelime eğitimli olan herkes anlamına gelmiyordu. Kendilerini radikal hareketlerin biri ya da diğeriyle tanımlayan eğitimli insanlar anlamına gelmekteydi. ‘Müsteidler’ ateizme, devrime ve sosyalizm ya da anarşizme inanırlardı.
“Fikir şuydu; onlar teoriyi bildiğinden, ahlaki olarak daha üstündüler ve işin başında olmalıydılar. Öte yandan, ‘pratik’ insanlar işin başındayken dünyanın işleyişinde temelden bir bozukluk oluyordu. Onun için eğitimden elde ettiğiniz şey bu türde bir aktiviteyi meşrulaştıracak bir ideoloji olmalıydı – bunu meşrulaştırmalıydı çünkü yanlış insanlar iktidarı ele geçirmişti ve aslında iktidarı sizin ele geçirmeniz gerekiyordu. Bu haliyle siz kendinizi müesses nizam olarak görmüyor, öyle hissetmiyorsunuz.”
Protestan Hristiyanlık tarafından şekillendirilen ve bir tür güvercin, insancıl sol-liberalizmin hâkim olduğu Amerikan toplumunun Rus Devrimi’nin barbarlığına indirgenmesi hiç mümkün olabilir mi? Bu türde tam bir şiddet için haddinden fazla – sorunu formüle ederken nafile bir çabayla uygun bir kelime de arıyorum- yumuşak değil miyiz?
Uzun bir duraksamadan sonra Bay Morson “Bilmiyorum. Bunun, insanların Rusya’da yaptıkları kadar ileriye gidip gitmeyecekleri ya da sadece ona karşı daha az direnme olacağı anlamına gelip gelmeyeceğini bilmiyorum” diye cevap veriyor.
Morson tehlikenin karmaşık sosyal ve siyasal sorunların artık tartışılamadığında başladığını düşünüyor. “Devrimci bir duruma gidiyorsunuz çünkü insanlar duyamıyor” diyor. Önemli meselelerde bir diyalog olabilir mi, yoksa her mesele hakkında söylenecek sadece bir şey mi var? İnsanlar “Eee, evet, ama o kadar da basit değil’? … Onu yapamadığınızda, bir tek-parti devletine ya da bir tür diktatörlüğe doğru yol alırsınız. Eğer tek parti her zaman yanlışsa ve diğeri de her zaman doğruysa, o zaman neden doğru olana yönelmiyoruz?” demeye korkuyorlar mı?
Bay Morson “ideolojik ayrımcılığın” getireceği tehlike hakkındaki kanaatini şöyle ifade etmektedir: “Beyaz insanların hiç siyah insanla karşılaşmadıklarında onlara dair kötü şeylere inanmaları çok kolaydı. Fakat birileriyle birlikte yaşadığınızda, sizin de en az onlar kadar kötü olduğunuzun farkına varırsınız… Her iki tarafta da artan oranda ayrımcılık vardı. Tarafların her birinin diğeri hakkında karikatürleşmiş görüşleri vardı.”
Tarihsel kaçınılmazlık varsayımı burada bir rol oynayabilir. Siyasal söylemimizde de bunu duyarsınız: Beğenilen bir politika “zamanı gelmiş bir fikirdir”, beğenilmeyen politikaysa “tarihin yanlış tarafındadır”. Bu türde teleolojik düşünmeye – tarihin bir yönü olduğu, ve o yönün siyasal bakış açılarımızla eşdeğer olduğuna- bugün oldukça eğitimli insanlar, bilinçsizce de olsa, tutkuyla sarılmaktadırlar.
Tarihin bir gidişatı var mıdır? Ve daha sonrasının daha iyi olması bir gereklilik midir? Büyük düşünürler- Tolstoy, Alexander Herzen – hayır cevabını verdi, daha sonrası her zaman iyi değildir. Bu tür bir düşüncenin dini lütfun tarihe aktarılması olduğuna inandılar – Hegel ve Marx’n determinizmi. Bu şekilde düşünmenin zorluğu sizin hareket etmenizi paralize etmesidir. İki savaş arasında insanlar çok yaygın olarak şunu söylerdi: ‘Evet, liberal demokrasiyi beğenebilirsiniz, fakat o geçmişte kaldı. Biz faşistler geleceği temsil ediyoruz.’ Ya da ‘Biz komünistler geleceği temsil ediyoruz.’ İnsanlar kendilerini kaçınılmaz olana teslim ederdi ve ‘O zaman ben gelecekle savaşamam, faşistlere ya da komünistlere direnemem’ şeklinde bir sonuca varırdı.
Amerikan solunun bu teleolojik dilden çok hoşlandığını belirtmek istiyorum – Barack Obama ilk açılış konuşmasında “siyasetimizin uzun bir süredir nefesini kesen, zamanı çoktan geçmiş dogmalardan” bahsetti. Fakat Bay Morson bana Ronald Reagan’ın da benzer bir retoriğe başvurduğu hatırlatmasını yaptı. 1985 yılındaki bir konuşmasında “Devrimci olmanın bir yönü de geçmişin yorgun ve eski fikirlerine boyun eğip teslim olmamanız gerektiğini bilmenizdir” dedi.
Rus entelijansiyasının bir başka belirgin özelliği de üyelerinin temsil ettiklerini iddia ettikleri köylü ve işçileri düpedüz küçümsemeleriydi. “Bolşevik Partisi’nde bile kaç işçi vardı, kaç köylü vardı? Çok azdı … Lenin’in düşüncesinin aslı ‘kendi haline bırakıldığında, işçi sınıfının hiçbir zaman sendikacılığın ötesinde bir bilinci geliştiremeyeceği’ idi. Bu onun meşhur sözüydü. Entelijansiya tarafından yönlendirilmeleri ve tamamen disipline edilmeleri gerekiyordu. Ne dediğinizin önemi yoktur; ne kadar şiddet yüklü olduğu önemli değildir, siz ne derseniz onu yapacaklardır. Nedenlerini anlamaları gerekmez, sadece gerekeni yapacaklardır. Çünkü Marx’ın onları tarif ettiği gibi, tarihin yapıcıları onlardır… Bu işçi sınıfına karşı bir küçümsemeyi ima eder, köylülüğe karşı da daha büyük bir küçümsemeyi.”
Yaşadığımız bir haftalık başkaldırıdan dolayı- ya da üç yıllık kötü talih veya terslikler veya otuz yıllık kutuplaşmadan dolayı Amerika’nın anarşiye ya da devrime doğru yol aldığı varsayımı hala da kabul edilmesi zor bir varsayım gibi görünüyor. Bay Morson olayların gidişatını tahmin etmemeye çalışmakla dikkatli davranmaktadır. “Rus örneği uyduğu ölçüde” ibaresini birden çok kez kullanıyor.
Fakat şöyle demeyi de ihmal etmiyor: “büyük bir bunalım yaşıyoruz, hastalıktan çok ama çok korkuyoruz ve şimdi de liderlerimizin nasıl ele alacaklarını pek bilmedikleri sokaklardaki kitlesel başkaldırılar var. Bu sadece bir yıl öncesine göre bile hızlı bir düşüş. Ve bunun yavaşlayacağını düşünmemiz için hiçbir neden de yok. Düşüş devam edebilir de.”
Ve tarihin yumağı tahmin edilemeyen şekillerde de çözülebilir. 20 yıl önce Birinci Anayasa Değişikliği’nin özgür- konuşma garantisinin liberal solda modasının geçmiş olacağını kim tahmin edebilirdi ki? diye sormaktadır. “Bir zamanlar konuştuğum bir Sovyet vatandaşından bir alıntı yaptığımda öğrencilerin bana hep güldüğünü hatırlıyorum. Bana şöyle demişti, ‘Tabii ki bizde konuşma özgürlüğü var. Biz sadece insanların yalan söylemesine müsaade etmiyoruz.’ Buna gülünüyordu! Ama artık gülmüyorlar.”
Çeviren: İrfan Özdabak
Kaynak: https://www.wsj.com/articles/violent-protest-and-the-intelligentsia-11591400422