20. Yüzyıl, içinden 007 James Bond gibi bir ikonik karakter çıkaracak kadar casus hikâyeleriyle, masallarıyla doludur. Casusluğun buncasıyla revaçta olmasını anlatmaya kifayet eder yeteri kadar lafımız lakırdı torbamızda mevcutsa da biz bunları bir başka yazıya bırakıp, geçtiğimiz asrın ünlü bir casusundan, casus mu değil mi tartışması hâlen süren bir kadından söz edelim. Mata Hari’den…
Casusluk suçlamasıyla Fransa’da yargılanıp kurşuna dizilerek idam edilen Mata Hari…
Çok konuştuğu için başına bela almış gibidir; fazla ortada göründüğü için…
Tacita bona est mulier semper quam laquens, diyordu Romalı Latinler; Kadına sessizlik yakışır, gevezelik değil…
Bu, bugüne göre kıyaslanırsa, epeyi ve yakışık almaz türden cinsiyetçi bir yafta gibi görünse de bir vakitler Mata Hari’nin başını yakan ne olduysa, tümüne sanki bir cevap gibidir.
Asıl adı Margaretha Geertuida Zelle idi, 1876’da Hollanda’da doğdu, daha genç kız sayılırken bir subayla evlendi, sömürge toprakları olan Endonezya’ya taşındı, çorçocuğa karıştı, bu arada yerel egzotik danslara merak saldı.
Alkolik kocasından ayrılıp biri hayatını kaybetmiş iki çocuğundan kız olanı geride bırakarak Paris’e gelir. Hint dilinde Şafağınn Gözü anlamına gelen Mata Hari’yi benimseyerek sahnelere danslarıyla çıkar. High-Society’nin gözdesidir, gece kulüplerinde ¨Bas bas paraları Leyla’ya, bi daa mı gelcez dünyaya¨ diye cüzdan paralayan eski aristokratların, yeni burjuvaların göz ziyafetine meze olur.
Ve tabii devlet sırlarını ceketinde gezdiren Savunma Bakanı başta olmak üzere kim varsa hemen herkesin yatağına misafir de gidecektir.
Sonra I.Dünya Savaşı patlak verdiğinde Almanya’da sahneye çıkacağı sırada – yanlış zaman, yanlış mekân ve yanlış giden talih!- bu hercümerçe yakalanır, Fransa’ya dönebilmek için Almanların casusluk talebini kabullenmiş gibi görünür; onlara yalan söylediğini düşünür ama kaçın kur’ası Alman bunu yutar mı? Nihayetinde Fransa’da da Almanlarla ilişkisi anlaşılınca bir süre Mata’yı çift taraflı casus olsun diye göz altında ama serbest bırakırlar. Sonrasında idam mangasının karşısına çıkacaktır.
Kısacık hikâyesi bu; bu kısa hikâyenin biri 1931’de, ötekisi 1985’de olmak üzere iki defa filmi çekildi. Mata Hari üzerine tarihe ait akademik çalışmalar birbiri ardına geldi. Daha önemlisi Batı’da, kabaca sayarsak, 15 kadar kurgusal ya da inceleme nitelikli kitap da yayınlandı. Tiyatrosu olmaz mı, oldu, hem de pek çok değişik perspektifiyle…
Türk Tiyatrosuna ait iki Mata Hari eseri var: Birincisi, Şefik Onat imzalı Nefes Nefese başlığı taşıyan 4 kadının hikâyesinde birinci kadın olarak karşımıza çıkıyor Mata; diğerleri Türk Opera sanatçısı Ayhan Aydan, İranlı kadın şair Füruğ Feruhzad ve Camille Claudel…
İkincisi ise Türk tiyatro yazım sanatımızın usta isimlerinden olmaya başladığını son yıllarda eserleriyle kanıtlayan ve gelecek için bizlere büyük vaatler sunan Fırat Devecioğlu’nun kaleminden çıkma, 60 dakikalık ve tek kişilik oyundur. Mata Hari’nin ruhunu konuşturmaktadır sahnede; konuşan, oynayan, canlandıran ise Türk Tiyatrosu’nun değerli isimlerinden Aslı İktu’dur.
2022-23’de Üstün Akmen Seçici Kurul Özel Ödülü alan bu oyunda Aslı İktu, geçtiğimiz tiyatro sezonlarında -tiyatronun da sezonu mu olurmuş ama öyle vurgulandığı için kullanıyorum; tiyatro her zamana aittir- Afife Jale oyunuyla ilk müslüman kadın oyuncumuzun trajik yaşamını tek kişilik oyunda sergilemişti.
Demek ki Aslı İktu tek kişilik ve tabii kendisine replik verip oyunun akışına katılacak kimse olmaksızın oynanan, tiyatronun en zor tarzına âşinadır.
Zaten biz onu Devlet Tiyatroları’ndan, İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan, Dostlar Tiyatrosu ve Haldun Dormen Sahnesi’nden tanıyoruz.
Devlet Opera ve Balesi’nin yönetmenliğini ve yöneticiliğini yapmış sahnelerimizin ünlü baritonu Prof. Dr. Mesut İktu’nun da yeğeni… Sanatçı bir aileden edinilmiş görgüyle ve eğitimle tiyatrosunu yaşıyor.
Devecioğlu’nun eserinde ruhu konuşan Mata Hari, İstanbul’un bir küçük oda tiyatrosunda, karşımıza çıkıyor ve bize Endonezya’da kocasından kaçmaya vesile olan bir hadiseyi aktarıyor.
Bir kokteyl ve resepsiyondalar; Andrea isimli bir başka subay sonradan casus etiketi ve Fransız kurşunları yiyecek olan Mata’ya kur yapıp korta ederken karısı yanına geliyor ve kocasına sahip çıkmak çabasındadır…
Gerisi Mata’dan gelsin: ¨Ruhu çoktan ölmüş ve kocası bu ölüme seyirci kalmıştı. Sakinleştirmeye çalıştım, beni duymadı. Sonra bizi ancak aşk kurtarır, dedi. Aşk yoksa yaşamanın ne anlamı kalır? Çantasından küçük bir tabanca çıkardı, kalbine dayadı, tetiği çekti.¨
Mata bu acıklı olayı anlatırken hepimiz geriliyoruz, sanki önümüzde intihar ediyor birisi; parmaklarından kan sızıyor. Mata Hari, bilmiyoruz ki yüreğinin en derininden birisine âşık oldu mu, lakin bilir gibi ekliyor:
¨Aşk sizi aniden öldürür, arkasında kanıt bırakmaz!¨
Ölüme rağmen hâlen âşık olmaya hevesliysek, pervanenin ateşe gidişine benziyor her şey…
1991 yapımı İtalyan filmi, büyüleyici Mediterraneo’nun en ünlü soundtrack’ının Türkçe versiyonu olan Masal adlı hüzünlü melodide Sertap Erener, ¨Işığa uçar bütün pervaneler/Ateşe giderken ne şâhaneler!¨ diyor.
Boşuna demiyor:
Aşk, âşıkların aklını başından alır ve ateşin kör edici ışığına koşan pervaneye çevirir de ondan…
ThinkHouse
Acıbadem Cad. No:224-H Üsküdar İstanbul
533 051 3275