Faruk Demirel, 1954 Afyon/Sandıklı doğumlu. İlkokulu köyünde, ortaokulu ve liseyi de Sandıklı da okuduktan sonra okuduğu Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümünden son sınıftayken siyasi duruşundan ve eylemlere katılmış olmasından dolayı atıldı.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyasal Bilimler ve Maliye Bölümünden 1982’de mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalıştı. 12 Eylül sürecinde kısa süreli tutuklanır ama hakkında uzun zamana yayılan davalar açıldı. 25 yıl gazetecilik yaptı. Matbaa aldı, Sandıklı Postası’nı çıkardı. Bu sürecin yakın tanıklarından biriyim. 1985/1997’ arasında İzmir’e gelene kadar, sonrasında da dostluğumuz, ağabey-kardeşliği de kapsadı. Çünkü onu, ta Sandıklı’dan ve köylerine komşu bir köyde öğretmenlik yaptığım dönemden tanırım. Sandıklı Postası’nı yayımladığı günlerde de yazılarında titizlenirdi hep, iyi bilirim. Sandıklı Postası, onun kişisel çabasının sonucunda yerel bir gazete olmaktan çıkmış ülke genelinde ve birçok Avrupa ülkesinde de bilinir olmuştu. O altın yılların bende kalan anısı, ilk kez 2001’de Bozkırda Patlayan Tüfek, yirmi iki yıl sonra da ikinci baskısı Dereler Buz Bağladı adıyla yayımlanan romanımdadır. Sandıklı Postası’nı Topluma Farklı Bakış, Farukları da kırsal kesimde tarım işçileri sendikasını örgütlemeye çalışanlar olarak dâhil etmiştim romanıma. Bu yüzden gazetecilik yaptığı dönemlerdeki yazılarından dolayı yirmiden fazla dava açılmıştı hakkında… Özgür Emekçioğlu mahlasıyla yazıyordum çıkardığı gazetede ve birkaç yazımdan dolayı ben de yargılanmıştım. 1997’de İzmir’e atandım birkaç yıl sonra Faruk da Antalya’ya taşındı. Hâlen yayında olan Radyo Akdeniz’i kurdu. On beş yıl radyo yöneticiliği ve programcılığı yaptı. Birkaç sayı Akdeniz Edebiyat’ı çıkardı. Birçok dergi ve gazetede yazıları yayımlandı. 2016’dan beri de kurduğu Ubuntu Yayınevi’ni yönetiyor ve kendi kitapları başta olmak üzere birçok şair ve yazarın yapıtlarını yayımlıyor. Dört öykü ve beş romanı yayımlanan Demirel’in (Kasım 2023, Ubuntu) Duvarın Dibinde/Fatsa adlı romanıysa onuncu kitabı…
Faruk Demirel’i birçok romancıdan farklı yapan belirgin bir yönü var, o da şu: Romanlarında ve öykülerinde yakın dönem tarihini ve olaylarını işliyor olmasıdır. Kimileri yakın dönem romanlarını ve öykülerini önemsemese de, o; bu görüşte değil. Merkezinde Gezi Direnişi’nin olduğu Tanktan Toma’ya, Maraş Katliamı’nın anlatıldığı Maraş Maraş, 12 Eylül faşist darbesinin işlendiği Ve Ankara, ayrıca neredeyse demokrasinin hiç içselleştirilemediği ülkelerde gerçekleşebilecek ‘tek adam’ sultasının anlatıldığı Almina Diktatörün Kızı adlı romanlarından sonra, Ocak 2022’de yayımlanan Cihat Uğruna adlı romanı da bir yakın dönem çalışmasıdır… Demiştim onunla ilgili bir yazımda.
Faruk Demirel, bu son romanında yine bir kişisel hayat hikâyesinden yola çıkmış. Çocuk yaşta Fatsa Olayları’na ve Kızıldere Katliamı’na tanık olmuş Yusuf Atasoy’un kişisel ve onun mücadele arkadaşlarıyla olan ortak hayat hikâyelerine tutmuş yazarlık tepe lambasını Demirel. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için Mahir Çayan ve arkadaşları, 26 Mart 1972 günü Ünye Radar Üssünde çalışan birisi Kanadalı (John Law), ikisi İngiliz (Gordon Banner ve Charles Turner) olan üç teknisyeni kaçırıp Tokat’ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde muhtarın evinde saklanırlar. Amaçlarına ulaşamazlar ve dört gün sonra da 30 Mart 1972’de on kişi katledilir. Burada katledilen Ahmet Atasoy’un yeğenidir Yusuf Atasoy. Onun etkisiyle on üç, on dört yaşındayken katılır mücadeleye. Faruk, bunu ‘son söz’ olarak eklediği yazıda detaylı ve onun hikâyesini yazmaya nasıl ikna ettiğini anlatır.
Edebiyat yapmaya gereksinim duymadan anlattığı hikâye mikro tarih anlayışına oldukça uygun. Mikro tarih’in, iyi tanımlanmış küçük araştırma birimleri (genellikle tek bir olay, bir köy topluluğu veya bir kişi) üzerinde yoğunlaşan tarihsel çalışma türünün adı olduğunu biliyoruz. Temel amacı, Charles Joyner’ın tanımını kullanmak gerekirse, “küçük yerlerde geniş sorular” sormayı öncelemektir. İşte Faruk da böyle bir kaygıyla Yusuf Atasoy’un ilginç, özgün ama bir o kadar da az gülümsetirken çokça acıtan kişisel hayat hikâyesine odaklanmış. Elinden geldiğince bu özgün ve acıtıcı kişisel hikâyeyi bir dönemin ortak hayat hikâyesine dönüştürmüş. Çünkü romanın ana izleği Yusuf ve yaşadıkları ama gerideki tarihsel olaylar ve figürlerden dolayı bir dönem romanı olmuş. O tarihsel olaylar ve figürler: 12 Eylül’ün hemen öncesindeki Çorum ve Fatsa Olayları… Nokta Operasyonu… Terzi Fikri… Oğuzhan Müftüoğlu… Mahir Çayan ve de romanın akışı içinde adları geçen Yusuf Atasoy’un mücadele ve örgüt arkadaşlarıdır demekle yetineyim. Hak verirsiniz ki romanı özetlemem, okura haksızlık olur.
Okullardan, köylerden, ilçelerden, illerden dağlara, Dev-Genç’ten gerillaya… Halk Komitelerinden, Kurtarılmış Bölgelere, barikatlara… Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, İbrahim ve diğerlerine… Dönemin tüm fırtınasını, neşesini, heyecanını, kaygılarını, sevdalarını, umutlarını ve de acısını tanıklıklarla okumak gerçekten de sarsıcı… Elbette ki aynı dönemleri farklı yaşayanlar içeriden ve dışarıdan yaşanmışlıkları kitaplaştırdı. Birçok yazar tarafından işlendi. Ancak yine de gölgede kalan, anlatıl(a)mayan ayrıntılar kalabilir düşüncesiyle örtülü kalanları görünür yapmak istemiş Faruk. Yusuf, sadece Ahmet Atasoy’un yeğeni değil, Terzi Fikri Sönmez’in iş, mapushane arkadaşı ve yoldaşı, Karadeniz Bölgesi’nde, özellikle de Fatsa ve çevresindeki olayların tanığı… Unutmayalım ki ortak hayat hikâyeleri bile parmak izi gibi farklıdır; aynı olamaz da… Yusuf Atasoy’un kişisel hayat hikâyesinden kotarılmış olan roman geleceği güzelleştirip kardeşçe bir ülke, hatta dünya yaratmayı düşünen devrimcilerin antiemperyalist, tam bağımsız demokratik Türkiye mücadelesinin gençlik önderlerinden Mahir Çayan’ın görüşleri etrafında yerli oligarşik egemenlere ve emperyalistlere karşı verdikleri kavganın da romanıdır. Bu kadar da değil, Fatsa Olayları’nı ve farklı, özgün bir yerinde yönetim örneği olarak Terzi Fikri Sönmez belediyeciliğini iyi anlamak için de rehber niteliğindedir. Çünkü Fatsalı Yusuf, ortaokul öğrencisi olduğu günlerden başlayarak bu olayların ve romanda anlatılan başkaca hikâyelerin bizzat tanığı ve yaşayanıdır. Mahir Çayan’ı, Oğuzhan Müftüoğlu’nu, daha önemli kişileri de görmüş, tanımış, onlarla birlikte kavgasının, dünya görüşünün neferi olmuştur. Bu uğurda ödediği bedeller de maalesef cam kırıklarını yutmaya çalışmak gibidir. Her okuyacak olanın sarsıcı ve şaşırtıcı sonu için benim gibi düşüneceğinden eminim.
Kime ait olduğunu bilmiyorum ama yakın ya da uzak olsun dönem romanlarından da gerçekleri öğrenebiliriz; bu da öyle bir romandır.