Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Felsefe Tarihi Kürsüsü’nde ve Türk Dil Kurumu’nda (TDK) Prof. Dr. Macit Gökberk ile çalışmış olan Prof. Dr. Bedia Akarsu 27 Ocak 1921 tarihinde doğdu. Aydınlanmacı dünya görüşünün önemli bir temsilcisi olan, ardından birçok eser ve değerli bir kütüphane bırakan Bedia Akarsu’yu 26 Şubat 2016 tarihinde kaybettik.
Akarsu, 1943 yılında İÜ. Felsefe bölümünü bitirdi. Ernst von Aster’in yanında başladığı “Wilhelm von Humboldt’ta Dil-Kültür Bağlamı” adlı doktora çalışmasını hocanın ölümü üzerine yeni bir yaklaşımla J. Ritter’in yanında tamamladı.(1953) Bu çalışma daha sonraki çalışmalarının, özellikle dil felsefesi ve kültür felsefesiyle ilgili araştırmalarının da temelini oluşturdu. 1956-58 yılları arasında, Heidelberg Üniversitesi’nde Hans Georg Gadamer’le çalıştı. 1960’da “Max Scheler’de Kişilik Problemi” adlı teziyle doçent ve 1968’de profesör oldu. Özellikle ahlak, kültür, dil ve tarih felsefesi konularında dersler veren Akarsu, 1984’de Felsefe Bölümü Başkanı iken kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Akarsu, 20 yıl boyunca (1963-83) üyesi olduğu TDK’nın yönetim kurulunda görev aldı. Kamuran Birand’dan sonra ikinci kadın felsefe profesörümüz olan Akarsu, emeklilik sonrası Çukurova Üniversitesi’ne davet edildi. Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü’nün kuruluş çalışmalarına katıldı, ders programını hazırladı ve Prof. Dr. Uluğ Nutku’yu da davet ederek birlikte yöreyi de kapsayan çalışmalar yaptı.
Felsefe alanında çevrileri, gazete ve dergilerde yazıları bulunan Akarsu’nun “Wilhelm von Humboldt’ta Dil-Kültür Bağlantısı”; “Max Scheler’de Kişilik Problemi”; “Modern Toplumda Kadın”; “Atatürk Devrimi ve Yorumları”; “Ahlak Öğretileri”; “Çağdaş Felsefe” ve “Felsefe Terimleri Sözlüğü” isimli kitapları bulunmaktadır.
Doğan Özlem ve Betül Çotuksöken editörlüğünde yayımlanan “Bedia Akarsu’ya Armağan” (2000) kitapta Oktay Akbal şöyle yazmıştır, “Bedia Akarsu içtenliklidir, her türlü yapmacıktan uzaktır. Düşünce açıklığı, dürüstlüğü, çevresine bilginin ışığını yaymaktaki alçakgönüllülüğüyle saygı toplar.” Adnan Binyazar ise, “Akarsu, yazılarında, bilimsel çalışmalarında, bireysel sorumluluk yüklendiği tüm alanlarda, bir ağacın, kendi kökündeki beslenme kaynaklarını ararcasına, bilginin temeline inme eğilimi gösterir” diyerek çalışma metoduna dikkat çekmiştir.
Akarsu’nun Felsefeye Bakışı
Felsefe tarihine ve geçmişteki filozoflara sırt çevrilerek, felsefe yapılamayacağını ve felsefenin yalnızca mantığa indirgenemeyeceğini belirten Akarsu’ya göre, “henüz çözülmemiş sorunlar üzerinde düşünmedir felsefe. Bu sorunları çözecek olan da bilimdir sonunda. Felsefe bilimlerin sonuçlarına, verilerine toptan bir bakıştır aynı zamanda. Bilim tavır almaz, yalnızca araştırır. Oysa felsefe araştrılanların sonuçlarını da düşünür; bilimler arası bağlantılar kurar; onları değerlendirir.”
Felsefenin bütünü içinde ahlak felsefesinin, bilgi felsefesi ile aynı ağırlıkta olduğunu belirten Akarsu’ya göre, “Felsefe sözcüğünün kökeninde ahlakla ilgili öğe var: philosophia, sophia düz bir bilgi değil, bilgelik anlamında, bilgelik de erdeme götüren bilgiden başka bir şey değil. Felsefenin görevi de yalnız bilgi değil, erdeme götüren yolu da bulmadır.”
Kant ve Scheler’in ahlak felsefelerinin etkilediğini belirten Akarsu, “Kant insana saygıyı, Scheler sevgiyi öğrettiği için. Saygı ve sevgi ahlak felsefesinin temel kavramları olduğu gibi, insan olmanın da temel nitelikleridir” der.
Felsefe-Dil İlişkisi ve Türkiye’de Felsefe
Türkçenin zengin ve olanakları geniş bir dil olduğunu belirten Akarsu’ya göre, “Türkçe ontolojiden, varlık felsefesinden çok, oluş felsefesi olmaya elverişli bir dil” dir.
Türkiye’deki felsefe çalışmalarının durumu ve geleceği konusunda iyimser olan Akarsu, Cumhuriyet döneminde nitelikli bir birikim oluştuğunu ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak geliştiğini söyler. “Günümüzde felsefe sorunları Türk dili içinde rahatlıkla ele alınıp geliştirilebiliyor. Birtakım sorunların Türkçede dile getirilemeyeceğini öne sürenler bunu kendi dil yetilerinin yetersizliğinde ya da kendi düşünme tembelliklerinde arasınlar.”
Gelecek konusunda da karamsar olmayan Akarsu, “Genelde, Türkiye’nin gidişi bakımından, her alanda olduğu gibi felsefe alanında da hiçbir zaman kötümser olmadım, yozlaşmaları da görmeme karşın” der.
Aydınlanma Mirası ve Çağa Bakış
Akarsu, Rönesans ile ortaya çıkan ve Aydınlanma ile yayılan Batı düşüncesinin temelinde “akıl”ın bulunduğunu belirtir: “Akıl derken her türlü otoriteden bağımsızlaşarak, özellikle de din otoritesinden bağımsızlaşarak, insanın kendi aklını kullanması var. Bilimsel düşünüşün temelinde de yatan budur. Sorup soruşturarak, araştırarak, sorgulayarak doğrulara varmak.”
Avrupa’yı “aydınlanma mirası”na sahip çıkma konusunda eleştiren Akarsu, Avrupa ülkelerinin çoğunun politikalarının, başka ulusların uyanmasını engellemek doğrultusunda olduğunu belirtir. Bunun nedenini Avrupa’nın kendini ayırmak istemesi, kendi üstünlüğünü kimseyle paylaşmaya yanaşmamasında görür. Atatürk’ün 1920’lerde “Bu dünya yeni baştan düzenlenmeli ve her ulus eşit haklarla bu yeni evrensel dünya üzerinde yer alamalıdır” dediğini hatırlatan Akarsu, “Bir devletin ya da bir devletler topluluğunun dünya egemenliğini kurması başka şeydir; bütün devletlerin eşit haklarla evrensel bir dünya içinde yer alması ve yine çeşitli kültürlerin evrensel kültür içinde yer alarak ona katkıda bulunması başka şey” dir. Akarsu’ya göre, Atatürk Devrimi bir ulusal egemenlik devrimi olması yanında bütün “mazlum” uluslara seslendiği için aynı zamanda bir insanlık devrimi olmuştur.
Bedia Akarsu’nun felsefi çalışmalarının temelinde Cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlılık ve devrimci bir ruh yer alır. Onun aydınlanma mirası felsefi yorum ve değerlendirmesi önemini korumaktadır. Hayatını felsefeye, Türkçenin gelişimine, Cumhuriyet değerlerine adamış bir felsefeci olarak Akarsu’yu, saygıyla anıyorum.