“Afife Jale Türk Tiyatrosunun ilk kadınıdır.
Dünyamızdaki hemen hemen şaşmaz bir kadere uyarak bu ilk olmak mazhariyetinin kefaretini birçok acılar ve sefaletlerle ödeyerek, pek genç yaşta ölmüştür.
Şimdikiler onun sendelemiş ve nihayet düşmüş zayıf izleri üzerinde yürüdüklerini unutmamalıdırlar.”
Reşat Nuri‘nin bu açıklamasını yıllar önce, Selim İleri’nin ” Kar Yağıyor Hayatıma” (2005) adlı kitabında okumuştum.
“…bu sedyenin üstünde ne bir taşkınlık, ne de bir şişkinlik vardı, boş hissini veriyordu, yalnız battaniyenin ucundan bir tutam saç çıkmıştı. Örtüyü açtıkları zaman dehşetle yerinden kalktığımı hatırlıyorum. Karşımda sadece iri siyah gözleri ile canlı bir ceset vardı. Ceset yavaş yavaş doğruldu, bacakları, kolları büzülmüştü. Deri bir torba içinde beş on kemikten ibaretti bu insan.”
Nusret Safa Çoşkun‘un “Perde ve Sahne Mecmuası” için yazdığı bu yazıyı her okuduğumda ürperirim. İçimde bir şeyler kopar sanki. Dur durak bilmeden yaşanan acılar, verilmiş mücadelelerle dolu bir hayat, lime lime edilmiş bir ruh
geçer aklımdan.
Şimdi düşünüyorum da, Afife Jale adını ilk kez Haldun Dormen‘in “Unutulanlar” adlı televizyon programında duymuştum. Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk Kadını’nın Bedia Muvahhit olduğunu biliyordum o güne kadar. Sonrasında Nezihe Araz‘ın yazdığı “Afife Jale” oyunun kitabı geçti elime. Bir solukta okudum. Arsen Gürzap‘ın Afife yorumunu defalarca izlediğimi hatırlıyorum. Ve Ahmet Sami Özbudak imzalı “Hayal-i Temsil“de neredeyse tüm zamanlarımı altüst eden (son yıllarda izlediğim en etkili performanslardan biriydi hiç kuşkusuz) Şebnem Köstem ‘in Afife’si. Beyaz perdede Müjde Ar‘ın yaşattığı, canlandırdığı Afife...
Aslı İktu‘nun Afife‘si. İçinin sessizliğinde çoğalan uçsuz bucaksız hüzünlerle Afife.
İnsan yaşamını belirleyen neydi gerçekte? Yazgı, rastlantı, tercihler…
Afife Jale önerilen/dayatılan hayatlara karşı gelmiş ve tiyatroyu seçmişti. Azad kabul etmez kulu, kölesi olmuştu tiyatronun. Soluğunu soluğuyla kucaklayacağı nice roller hayal etmişti. Oysa eril dünyanın hoyrat kurallarına, söylemlerine sırtını dönmenin ağır bir bedeli vardı. Hem de çok ağır bir bedeldi bu.
Selim İleri bir yazısında Afife Jale‘den şöyle bahsetmişti :
“Afife’nin tutkusu tiyatro, tiyatro sanatıdır. Darülbedayi’deki oyunculuğu kısa sürer. Büyük olasılıkla birtakım çekemezliklerin sonucu olarak, karakola çekilir, günahkâr muamelesi görür, kaçar, korkar ama yılmaz. Çok geçmeyecek, korkuların, takiplerin sonucu, uyuşturucuya, morfine sığınacaktır.
İmparatorluk dönemindeki bu macera, Cumhuriyet döneminde büsbütün kararır. Bedia Muvahhit‘i alkışlayan Cumhuriyet Türkiye’si Afife‘yi unutmuştur. Bir süre Anadolu’da, Fikret Şadi‘nin Millî Sahne topluluğunda sahneye çıkar. Son bir gayrettir. Selahattin Pınar‘la evlenir; evliliği mutluluk getirmez. Sonra akıl hastanesi.
İşin tuhafı, hekimlerin, hem de Mazhar Osman‘ın tanısıyla, deli değildir. Ruhu hâlâ tiyatrodadır; yatalaklık köşesinden başını güçlükle doğrultarak, Darülbedayi’de ne oynandığını sorar; Neyyire Neyir‘in oyun gücünü merak etmektedir.
Tiyatronun sönmez bir meşale olduğunu sayıklayarak, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde yapayalnız ölür.”
Tam seksen küsur yıl önce: 24 Temmuz 1941’de…
Kazlıçeşme’de olan mezarının yeri tam olarak bilinmiyor. Nedense Basında, Sosyal Medyada Keriman Halis‘in bir portre fotoğrafı, Afife Jale için kullanılıyor ısrarla.
Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk Kadını olup, olmadığı tartışılıyor. Ama o bir simge olarak yaşamaya devam ediyor.
Afife Jale, öldüğünde henüz otuz dokuz yaşındaydı. Cenazesine ise sadece dört kişi katılmıştı.
“Tiyatro var, Afife Jale hep var. Seni daima cesaretin ve tutkunla hatırlayacağız “ demişti Yusuf Dündar bir yazısında.
Kısaca, Afife Jale bir öncüydü. Her öncü gibi yadırgandı. Dışlandı. Oysa geleceğe bir yol açtı Afife Jale. O yolda Bedia Muvahhit, Şaziye Moral, Neyyire Neyir, Semiha Berksoy, Suzan Lütfullah, Cahide Sonku ve diğer kadın oyuncular başarıyla yürüdüler.
Yürümeye de devam ediyorlar.
2022 yılında Burak Süme ile kaleme aldığımız “Arusyag Papazyan” adlı kitabımızda Arusyag ve Afife’nin hayatlarındaki benzerliklere, savruluşlara değinmeye çalışmıştık elimizden geldiğince.
“Hayat her zaman sürpriz yapan bir oyun yazarı gibiydi. Sahnedeki insanların canının istediği gibi yönlendirmeyi iyi biliyordu. Afife, hayattaki yeni rolü için beklemeye başladı. Adım adım bir tragedyaya doğru ilerliyordu.” (*)

Eyüphan Erkul’un “Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz / Cahide “(2021) adlı o son derece değerli, arşiv niteliğindeki romanından aldığım tadı ” AFİFE Mavi Bir Melek” (2024) ile yeniden duyumsadım.
“Afife, sanki az sonra sahneye çıkacakmış gibiydi ve ezberini yaptığı eserin adı hayattı. Sadece bu defa sahne arkası heyecanı yaşanıyordu ve çalan bir gong yoktu.” (**)
Eyüphan Erkul, Afife ile müthiş bir duygusal bağ kurmuş. Yaşam öyküsünü kurguladığı sanatçıyı öylesine içten, derinden tanıyıp aktarmış ki… Dahası hüzünlü bir şiir yanı var bu romanın. Satırlar arasında gidip gelirken, romandan sahneler gözümüzün önünden adeta bir film şeriti gibi, nasıl desem adeta tertemiz bir dağ suyu gibi akmakta.
Kendimizi 1920’lerde işgal edilmiş İstanbul sokaklarında buluyoruz birden bire.
“Ülke işgal altındayken Damat Ferit’in polisi ne yapıyor? İşgalcilerin zulmünü bir yana bırakıp sahneye çıkan bir Türk kadınının peşine düşüyor.” (***)
“Baskınlara, kaçmalara, saklanmalara rağmen yaşadıkları güzeldi, ona özeldi.” (****)
Eyüphan Erkul rast taksimiyle başlıyor kitaba, ardından rast peşrevi, mahur, buselik, hüzzam makamlarında dolaşıyor ve pentatonic esintilere getiriyor sözü. Zaten ” Afife Bir Mavi Melek” i yazarken Blues dinlemiş, sanat müziğinin makamlarını, şiirlerinde buluşturan Attilâ İlhan‘dan feyz almış.
“Bu romanı Afife’ye yakılmış bir Blues türküsü diye okuyabilirsiniz…” (*****)
Eyüphan Erkul’a eserleriyle hayatlarımıza kattığı derin duyarlıklar ve kıymetler, anlamlar için bir kez daha teşekkür ederim.