Bir tiyatro sahnesinde, oyuncular, eseri kendileri için oynuyorsa, bundan iyisi Şam’da kayısı!
Ne oyunlar, piyesler, operalar ve operetler izledik; oyuncu vazifesini yapmaya gelmiş memur gibiydi.
Ne çok tiyatrolar seyrettik, oyuncusunun samimiyeti gözlerinden okunuyordu.
İşte o oyunlar ki, sahneye çıkan ¨teyatoracılar¨ seyirciyi âdeta unutup oyunu baştan sona kendilerine ait zevk-û sefa için temsil eder.
Zaten tiyatro dediğin iki kalas bir heves, değil midir?
Vallahi öyledir.
Son zamanların heves dolu oyunlardan birisi de, Devlet Tiyatrosu’nun mahir ve marifetli, kabiliyetli ve hazırcevap oyuncularının eseriydi; gittik, izledik:
80 Günde Devr-i Âlem!
Fransız romancı Jules Verne’in 19.yüzyıl sonlarında yazdığı ¨80 Günde Devr-i Âlem¨ başlıklı eseri, 1872 tarihinde Londra’daki bir centilmenler kulübünde tutuşulmuş bahise dayanır.
Reform Kulübü adıyla bilinen, o dönemin keşif ve icatlarına meraklı İngiliz centilmenlerin üye olduğu dernekte, Mister Phileas Fogg arkadaşlarıyla iddiaya girer ve tam 80 günde dünyanın çemberini izleyip, hep doğuya giderek dakika sektirmeden yine orada olacağına söz verir. Karşılığında, paranın para olduğu zamanların değeri dikkate alınırsa, 20 bin İngiliz Poundu söz konusudur.
Derhal yola çıkması gerekiyor Fogg’un, acelesi var.
Ancak ona bir uşak lazımdır; gelmiş geçmiş, delilere ait ne kadar akıl almaz macera varsa, onlarda olduğu gibi…
Mesela Don Kişot’un kendisine bulduğu Sanço Panza gibi birisini arar…
Fransız kökenli ve meşrebiyle uşak Jean Passepartout’u bir gazete ilanıyla hemencecik bulur ve Pasaport (!) eksantrik efendisinin hizmetine girer.
Yola çıkılacağı gün, rastlantı bu ya, Londra’daki Merkez Bankası da soyulmuştur; banka bu, soyulur tabii…
Hırsız ya da hırsızların yurt dışına kaçacağı haberi üzerine İngiliz polis teşkilatı Scotland Yard harekete geçer. En usta sivil polislerden Dedektif Fix, iddiası için yola çıkan Bay Fogg’u zanlı zannederek, peşine takılacaktır.
Birçok keyifli, helecan dolu maceradan sonra, hepsi birden, İngiltere’ye, hep doğuya giderek geri dönecektir. İngiltere’ye ayak bastıkları vakit, yanlarında Hint racalarından birisinin kızı da vardır; zorla evlendirilmiş Aouda isimli Hindû kadın kocasından kaçarken kendisini tesadüfün yardımıyla bu kafileye katılmış bulur.
Bunların hepsi, soluk soluğa okuyacağınıza garantisini verebileceğim bu ünlü romanda birkaç saatinizi alacaktır, lakin tiyatroda sahnelenmiş olarak izleseniz 2 saat 10 dakika olan bir hikâyedir…
Ancak en doğrusu, evvela, romanı baştan sona keyifle okumaktır.
Roman dünya dillerine hep çevrildi, pek çok baskısı yapıldı. Filmi çekildi; çıtkırıldım İngiliz aktörü David Niven oynuyordu. Hani, o gıcık ve titiz, burnundan kıl aldırmaz İngiliz beyefendisi…
Klasik değerdeki bu romandan uyarlanmış eseri Türkiye’de Devlet Tiyatrolarının yanı sıra İstanbul Şehir Tiyatrosu da bir vakitler sahnelemiştir.
Bu sefer izlediğimiz oyunda, hepi topu, beş oyuncu var ve mesela, sahnelerin değerli sanatçısı ve bence mukallidi Cem Zeynel Kılıç, tek başına 16 farklı karakterin kılığına girip çıkıyor.
Bay Fogg dışında öteki oyuncular da öyle…
C. Zeynel çok, ama çok başarılı… Eğlenerek oynuyor, çünkü; mutlu…
Dedektifi ve ayrıca kılıktan kılığa girerek dokuz ayrı karaktere nefes veren usta oyuncu Sertel Uğur, başlı başına alkışlanmayı hak ediyor. Çok terlemese, iyiydi; ter kötü… Bu yüzden oyunda dikkati zaman zaman dağılıyor, zira terini silmek istiyor, oyundan uzaklaşıyor; fark ediyoruz. Doğaldır, zira oyun hareketli bir oyun, Sertel Bey de maşallah biraz kilo almış ve bir saniyesi yok ki boşa geçsin, ağırdan alınsın…
Passepartout karakteriyle Mustafa Yıldıran ve oyunun tek kadın oyuncusu Tuğba Yılmaz ise küçük ekibin temposuna uymuş, harikalar yaratıyorlar.
Aktör Yıldıran, Passepartout’u âdeta karikatürize ederek canlandırmaktadır. Mesela, benim izlediğim seansta, Dedektif Fix’le itişip kakıştığı bir sıraydı, takma bıyığı sahnede düşüvermişti. Seyirciye dönüp, hiç bozuntuya vermeden, ¨Adamdaki kuvvete bak, bir vurdu, bıyığım koptu!¨ diye irticâlen-kendiliğinden-spontane bir hazırcevabı yapıştırıverdi.
Tiyatro işte budur, dostlarım.
Mustafa Yıldıran’a çok çok alkış…
Bay Fogg karakterini canlandıran oyuncu Kemal Topal için biraz dilimi tutsam iyi olacak; ana karakter olmasına karşılık diğer dört oyuncu yanında ¨performansı¨ eksiktir. Ona başka oyunlar, başka roller verseydiler ya! Ne var ki, liyakata dayalı alkış sırasında en sona kalıyor, böylece ilk aktör oluyor; biz de eskimişliğini, tecrübeyi alkışlıyoruz.
Hiç kuşkusuz, oyuncu Bay Topal her zaman Türk Tiyatrosunda alkışı hak ediyor, ama bu oyunda ondan daha fazlasını beklerdik.
Oyunu izlediğimiz yer, Üsküdar’ın Boğaz sahilindeki bir vakitler metruk binası olan eski Tekel Deposudur ve şimdi bir sanat merkezine dönüşmüştür.
Oyunu izlemenin yanı sıra, bu restore edilmiş dev yapıyı gidip görmesi bir başka keyfe dönüşüveriyor; bunu da hatırlatmalıyım.
Oyunun dekorunu, sahne düzenini, kostüm, ışık ve ses efektlerini hazırlayanları, yer gösterenleri, binayı tertemiz tutan emekçileri ve nihayet yönetmenini de unutmadan alkışlamalıyız.
Beni de alkışlayın diye son lafımı edip, kendi kulisime çekilivereyim:
Tiyatroların kapısı açık oldukça umudumuzu yitirmeyelim; hâlâ tutunabileceğimiz bir dal var demektir.