“Gönüllü olarak Anadolu’ya sürgüne gittiği yıllar boyunca Ermeni olmanın ne anlama geldiğini unutmuştu şüphesiz. Şimdi hatırlamaya ve ilk sarsıntıyı atlatır atlatmaz, bunun ne anlama geldiğini anlamaya başlıyordu. İstemeden, yine Ermeni kimliğine bürünüyordu… Ermeni olmamanın daha iyi olduğunun farkına varıyordu. Ancak, Ermeni olmamak imkânsızdı.”
Filozof Marc Nichanian böyle diyor “Meteliksiz Âşıklar” için yazdığı sunuş yazısında.
Zaven Biberyan, 20. yüzyılda Ermenicenin en büyük yazarlarından biri. 1921’de İstanbul’da doğan Biberyan’ın çocukluğu Kadıköy’de geçti. Fransız lisesi Saint-Joseph’te öğrenim gördü ve kendi ifadesiyle “Fransız kültürü”yle yetişti. 1941’de Anadolu’daki çalışma kamplarına gönderilen özel taburlarda (Nafıa taburu) hizmet etmek üzere askere alınan nesildendi. 1915’te amele olarak çalıştırılan ve ardından sistematik olarak imha edilen Ermeni askerlerin kaderi, burada, bir şekilde tekerrür ediyordu. Biberyan onlardan şanslı olarak kırk iki aylık “hizmet”ten sonra 1945’te İstanbul’a döndü ve Ermeni basınında çalışmaya başladı. Sonunda ise kararını verdi, artık Ermenice yazacaktı.
Yazarlığın yanı sıra politik bir figür
Başlangıçta, makaleler ve siyasi yazılar kaleme alan bir gazeteciydi. 1946’da, o dönemde Türk basınındaki şiddetli Ermeni karşıtı yayınlara itiraz etmek üzere yazdığı makaleleri nedeniyle tutuklandı. Biberyan, yazarlığının yanı sıra politik bir figürdü de. 1960’lı yıllar boyunca Türkiye İşçi Partisi (TİP) saflarında aktif bir siyasi yaşam sürdü. Siyasi yazıları nedeniyle tekrar yargılanan, tecrit edilen, İstanbul’da herhangi bir iş bulması engellenen Biberyan, 1949’da doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kaldı ve Beyrut’a yerleşti. Orada bazı Ermenice gazeteler için türlü işler yaptı; ama diaspora entelektüellerine karşı büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
Öyle ki, 1962’deki bir mektubunda onların sadece cafcaflı söylemler ürettiklerini ve şoven tavırlar sergilediklerini yazıyordu. Biberyan, Beyrut’tan yeniden İstanbul’a döndüğü 1953 yılına dek sefalet içinde yaşadı. Yazmaya ise yeniden İstanbul’a döndüğünde başladı. En bilinen kitabı “Karıncaların Günbatımı”, ilk olarak tefrika halinde “Jamanak” gazetesinde yayımlandı. Yazarın öldüğü yıl olan 1984’te kitap olarak basıldı.
Ütopya ve yazıyı buluşturdu
Romanları mutlak surette karanlık olan Biberyan’ın, bu çizgiyi aşan tek bir romanı var: “Meteliksiz Âşıklar”. Bununla birlikte, bir kereliğine mahsus ütopya ve yazıyı buluşturuyor Biberyan. Siyasi bir ütopya olarak da okunabilecek kitap, bir “insan kardeşliği”nin gerçekleşme ihtimalinden bahsediyor: “İnsan kardeşinin kalp atışlarını dinlemenin hazzı yeni bir şeydi kendisi için. Uzaktan, birlikte atan kalpler… Farklı bir tatmin duygusuydu bu. Norma’yla birlikteyken tattığı mutluluktan farklıydı. Yabancı insanlarla kol kol olmanın mutluluğu, huzur ve güç veriyordu. Laz koluna girmişti, işte. Kalbi ona karşı sevgiyle doldu. Uzaktaki ormana baktı. Ormandan korkmadı. Etrafın ıssız olmasından endişeye kapılmadı. Büyük bir güven duygusu sardı benliğini. Bu denli mükemmel bir mutluluğu, insan olmanın, özgür olmanın mutluluğunu altı aydır tatmamıştı.”
Türkiye’nin sinir uçlarında dolanıyor
Yeniyetme Sur’un, ailesi ve kız arkadaşı Norma’yla ilişkisini merkeze alarak 1950’ler Türkiyesi’nin röntgenini çeken keskin bir toplumsal eleştiri romanı Meteliksiz Âşıklar. Lise son sınıf öğrencisi Sur’un, başta anne ve babası, sonra İstanbul Ermeni toplumu ve nihayetinde etrafında bulunan her şeye karşı isyan duygusuyla dolmasına yol açan çelişkileri ve çatışmalarını gözler önüne sererken, havada adeta asılı duran gerginliklere dikkat çeken Zaven Biberyan, 6-7 Eylül sonrası ve 27 Mayıs askeri darbesi öncesinde Türkiye toplumunun sinir uçlarında dolanıyor.
Geçmişten geleceğe aktarılan travmalar
Yıllar yılı çabalayarak Ermeni cemaati içinde nihayet bir mevki sahibi olan taşra kökenli babası ve İstanbullu annesi, onların değerler dünyası, tutuculukları ve burjuva yaşam tarzları karşısında derin bir tiksinti duyan, kız arkadaşının kendisinden yaşça büyük ve üstelik çalışan bir kadın olması nedeniyle ailesinin baskısıyla karşılaşan Sur, gençlere özgü güven bunalımları ve erkeklik halleriyle çevresine ördüğü duvarın içinde, giderek yoğunlaşan bir öfke sarmalı içinde kavruluyor. Bugün artık tarih olmuş bir İstanbul’un arka planda olduğu Meteliksiz Âşıklar, bir ailenin hikâyesi etrafında geçmişten geleceğe aktarılan travmaların izlerine odaklanıyor.
Adı artık 20. yüzyılın en önemli Ermeni yazarlarından biri olarak kabul edilen ve Türkçeye de çevrilen eserleriyle sadık bir okur kitlesine sahip olan Zaven Biberyan’ın bu çarpıcı romanı, ‘Edebiyat ve Felaket’ kitabıyla tanınan filozof Marc Nichanian’ın sunuşuyla yayımlanıyor.
Kaynak: Yeni Özgür Politika internet sitesi