Yağmur Damcıoğlu’nun, İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi’nde yaptığı konuşmayı az önce bir kez daha dinledim:
“Halam çok enerjik, hayat dolu bir insandı. Seyirci ile şahsına özel farklı bir iletişimi vardı. Seyircinin arasına inerdi. İnanılmaz emekçi bir kadındı.
Çok çalışkandı, çok dakikti. Hatta onun için saniyetik diyebiliriz. Türk tiyatro tarihinin bir öğesiydi. Onunla birlikte bir dönem kapandı.
Halam bir kurum sanatçısı değil, milyonların gönlünde taht kurmuş bir halk sanatçısıydı. 2015 yılında oyunuma gelmiş, ellerimi tutarak ‘Hayatın ne getireceği bilinmez ama umutsuzluğa kapılma. Yüreğindeki aşka güven’ demişti. Hayatımdaki en cesur emekçi kadın halacığım; bıraktığın miras ışık olacak.”
Uzun yıllar önce, Küçük Sahne’nin, İstiklal Caddesi’ne bakan kulisinde Nurhan Damcıoğlu ile bir röportaj yapmıştım. Şimdi şöyle bir düşünüyorum da, son derece keyif aldığım, adeta ‘şeref madalyam’ olarak tanımladığım birkaç söyleşiden biriydi, hiç kuşkusuz. Neredeyse soluk almadan yanıtlamıştı sorularımı. Gözlerinde yeşil, eflatun, mavi ışık çakımları, billur sularda menevişlenen esintiler gibiydi.
Sekiz yaşında küçücük bir çocukken Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümü’ne giriş… On iki yıl boyunca Devlet Tiyatrosu’ da görev yaptıktan sonra İstanbul’ a geliş… Bir sezon Istanbul Devlet Tiyatrosu, hemen ardından ” Zilli Zarife” ile Gülriz Sururi & Engin Ceza Tiyatrosu, Arena Tiyatrosu, İstanbul Tiyatrosu, Mücap Ofluoğlu Tiyatrosu, Ayfer Feray – Nisa Serezli Tiyatrosu, tekrar Mücap Ofluoğlu Tiyatrosu, Orta Oyuncular, Sadri Alışık Tiyatrosu, Metin Zakoğlu Evde Tiyatro.
Sahi, 1962’de bir de Lale Oraloğlu Tiyatrosu dönemi vardı.
“Boing Boing” adlı oyunda konuk oyuncu olarak Erol Keskin, Lale Belkıs’lı kadroya dahil olmuş Nurhan Damcıoğlu. Ancak bir sonraki sezon için yine Oraloğlu Tiyatrosu’ndan gelen teklifi, Devlet Tiyatrosu’nun o zamanki Genel Müdürü Cüneyt Gökçer izin vermeyince, geri çevirmek durumunda kalıp, Ankara’ya dönmüş mecburen.
Eskişehir Bölge Tiyatrosu’nda “Sultan Gelin” ve “Aceleci Kalpler”de rol almış bu arada.
Hatırlıyorum, “Çalıkuşu”, “Vişne Bahçesi”, “Gergedan”, “Ekmek Parası”, “Dışarıdakiler”i Devlet Tiyatrosu döneminde oynadığı oyunlar olarak saymıştı.
Devlet Tiyatrosu kayıtlarında ise : “Karaböcek”, “Karagöz Amca”, “Adını Çocuklar Koysun”, “Mektup (Postahane)”, “Perili Değirmen”, “Ağlayan Çocukla Gülen Kız”, “Çayhane”, “Mavi Kuş”, “Oyuncakçı Dede”, “Finten”, “Gül Kız”, “Pollyanna”, “Deniz’in Mektubu”, “Leylek Sultan”, “Klinik Bir Vaka”, “Toreadorlar Valsi”, “Babamızın Evinde Hayat”, “Köroğlu”, “Don Juan ya da Geometri Aşkı”, “Yoklar Dağındaki Nar”, “Kargalar”, Robenson Ölmemelidir”, “Vişne Bahçesi”, “Merdiven” adlı oyunlarda görev almış. Yakın yıllarda İzmir’de “Karantina’lı Despina”da solist olarak hayranlarının karşısına çıkmıştı.
Toto Karaca’nın hayatındaki öneminden konuşmuştuk, “Hayrola Karyola”daki unutulmaz yorumundan. Elbette, “Tatlı Kaçık”, “Kaktüs Çiçeği”nden de.
Nasıl unuturum, “Yıldızların Altında” müzikalinde Alev Yangın olarak yine dorukta bir oyunculuk sergilemişti Nurhan Damcıoğlu. Sahi, “Amerikalı Halam”da ne kadar güzeldi, ne kadar başarılıydı.
Şimdi düşünüyorum da, sahne ışığıyla doğmuştu, bu kesin.
12 Eylül döneminin zifiri karanlık rüzgârları onu da etkilemişti, yok sayılmış, yasaklanmıştı. Televizyon ekranında olması nedense birilerini rahatsız etmiş olacak ki, istenmemişti.
Gece kulüpleri, gazinolar, turneler, plak, televizyon, film çalışmaları… İlle kantolar, kantolar…
Söyleşi boyunca “Tiyatro ilk gözağrım” demişti hep.
“Tiyatronun o altın dönemini yaşadım,” demişti.
Yarına belge niteliğinde öyle güzel şeyler anlatmıştı ki.
“Damcıoğlu Nurhan ben geldim
Sizlere neşe getirdim
Kantoculuktur hünerim, şarkı da söyler, dans ederim…”
Hayatlarımıza füsûn serpen bir ışıltıydı Nurhan Damcıoğlu. Sahnelere, repliklere, melodilere yeni duyarlıklar armağan etti. Öncü oldu. Unutulmuş kanto sanatına ruh üfledi. Topluma bir bellek sundu. Yorumlarıyla, kitlelerle kurduğu organik bağla simge, anıt oldu.
Misli, menendi yoktu. An geldi bir repliğe, bir sözcüğe, tek bir notaya ciltler sığdırdı.
Bütün o piyeslerde, kantolarda hayatla, sanatla, insanla, kendisiyle ödeşmiş olmalıydı. Tıpkı suya düşen damlanın büyük bir dalga oluşturması gibi.
Kanto Kraliçesi olarak anıldı. Kantoya farklı bir koreografi ve komedi kattı.
Eteğini, elindeki otrişi bir o yana bir yana savurup, “Ay ay” nidalarıyla ortalığı yıkıp geçiyordu. Sesi, bedeni, yüz ifadesiyle bir dönemi çok iyi okuyan, doğru noktalara saptamalar yapan bir ustaydı, hiç kuşkusuz. Tartışılmaz bir tılsımı vardı. Ve benzersiz bir destan yaratmıştı.
“Tuttu da Tuttu” adlı rap tarzı şarkısı bir yönde özyaşam öyküsünden kısa bölümler içeriyordu.
“Sene 68, çıktım yola… tiyatrodan eve yaya.”
“Mikrofon ateş ben kardım.”
“Taklitlerim çıktı mini mini… kanto yapayım derken belleri incindi.”
Nurhan Damcıoğlu gazino sahnelerinde kantocu olarak bir anda çok büyük bir başarı gösterince, yirmiyi aşkın kanto söyleyen, -çoğu söylemeye çalışmıştı aslında- çıktı. Taklitler aslını yaşatırlar kuralının, doğruluğu bir kez daha kanıtlandı. Kimse onu aşamadı.
Filiz Akın ile “Kolejli Kızın Aşkı”, “Yankesici Kızın Aşkı” filmlerinde rol alan Nurhan Damcıoğlu, “Cambazhane Gülü Fadime”, “Oyun Bitti” filmlerindeki kanto sahnelerinde ise Filiz Akın’a sesini vermişti. “Tuzsuz Deli Bekir”, “Sayılı Kabadayılar” gibi sinema filmlerinde, pek çok televizyon dizisinde de adını jeneriklere yazdırttı.
Derim ki en güzel yorumlarından biri olan: “Aşkın En Güzeli” şarkısını, dinleyin şimdi. Ya da “Fındık Kurdu”, “Ben Kalender Meşrebim”, “Yangın Var”, “Ah Dingala, Dingala”yı… “Katina”yı mesela.
Nurhan Damcıoğlu, 5 Haziran 2023 tarihinde aramızdan ayrılmıştı.
Bir yıl geçmiş bile.
Stella M. Trevez “Yüreğimin Yarısı Liza”da şöyle der:
“Bazı duygular vardır ki anlatılamaz, bazı acılar ise tarifsizdir. Bazen susmalar anlatır her şeyi… Bazen tek bir cümle yeterlidir.”
Şimdi tam da bu satırları yazdığım, sıcak bir Haziran gecesinde birden üşüdüğümü, çok üşüdüğümü fark ettim.
Elimdeki kibritler tükenene kadar yakıp ısınmak istedim.