İşçi ve emekçi kitleler büyük maddi güce sahip olsalar bile özgüvene, örgütlenmeye ve bunun siyasal bilincine henüz ulaşmamış oldukları için, seçim sathı burjuvazinin farklı kanatları arasındaki yarışa dönüşüyor. Hatta sağa karşı sağ adaylar karşımıza çıkartılıyor. Tayyip Erdoğan’ı seçimlerde alt etmenin kendisi ana hedef haline geldi. Sosyalist sol içinden Tayyip’e karşı Abdullah Gül’e bile evet demeyi savunanlar çıkabiliyor.
Dünyada da durum farklı değil aslında. Genel siyasal gerileme, Türkiye’ye de yansıyor. Sağı sağ ile temizlemenin veya sol görünen burjuva partilerine destek vererek işçi sınıfı ve ezilenler için çıkış yolu sunmanın, sosyalist solda da ana eğilim olarak karşımıza çıktığına tanık oluyoruz. Hele de seçim iki turlu olunca, ikinci turda kapı hep ‘kötünün iyisine’ açılıyor!
Demokratik seçim mi? Nerede?
Erken seçim, her ne kadar çıplak biçimde ‘baskın’, ‘seçim hakkının gaspı’ olsa da esasen burjuva dünyasındaki tüm seçimler, en demokratik olanları dahi ‘fırsat eşitliği’ sağlayan demokratik bir zeminde gerçekleşmezler. Bu nedenle de burjuva rejimlerin tamamında seçimler en başından anti demokratiktir.
En demokratik ve özgür seçimlerin yapılabildiği Batı Avrupa ülkeleri de dahil, tüm kapitalist dünyada demokratik ve özgür siyasal iklim koşullarında bile, toplumsal eşitsizlik sebebiyle demokratik bir seçim gerçekleşmesi mümkün olmuyor.
Toplumsal eşitsizlik engeli
Bugün Dünyanın her yerinde medya ve basın, matbaa tekelleri burjuvazinin denetimindedir. Seçim propagandası ve mitingler gibi temel ‘girdi’lerin maliyeti yüksektir. Bir işçi ile bir burjuva maddi olarak eşit olmadıkları için, seçimlere katılma ve özgürce aday belirleyip oy kullanma hakkına sahip olunması da sonucu değiştirmez. Toplumsal eşitsizlik ‘saf bir demokrasi’ye imkan tanımaz.
Burjuvazisinin siyasal iktidarına karşı işçi sınıfının iktidarı için mücadele edenler ‘işin özü’nü gözden kaçırmamalıdır. Aksi halde siyasi pusulaları şaşacaktır.
Burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin saadetine kapılarak sınıfsız ‘saf demokrasi’ aramak, Marksist devrimcilik yerine geçebilir mi?
Liberal ve devrimci demokratların ortaklığı
Türkiye sosyalist hareketinin en büyük bölükleri, mesela ‘başkanlık’ rejimi karşısında ‘parlamenter demokrasiyi’ savunmayı, sosyalist bir siyaset sayabilmekte, burjuva demokrasisinin bir ‘diktatörlük’ olduğunu neredeyse unutmaktadır. Unutmaktadır, çünkü sosyalist demokrasi dediğimiz mevzunun da bir proletarya diktatörlüğü olduğu unutulmuştur.
Devrimci demokratların önemli bir kısmı, her durumu ‘faşizm’ sayarak, faşizme karşı demokrasi mücadelesinin meşruluğunu kendilerine siper yapıyorlar.
Böylece kapitalist toplumda gerçekten bir demokrasi olabilecekmiş gibi bir izlenim veriyorlar. En alttakileri, ezilen ve sömürülenleri yanıltıyorlar.
İşçi sınıfının özgürlüğü burjuva diktatörlüğüne; burjuva devlete ve sermayeye, onun tüm yönetim biçimlerine son vermek üzere bir mücadeleyle mümkün olur, saf bir demokrasi mücadelesiyle değil.
Burjuva diktatörlüğünün ‘diktatörlüğü’ demokrasi ile demokrasi mücadelesiyle ortadan kalkmıyor. En gelişmiş burjuva demokrasisi bile, burjuva iktidarının maddi çıkar ilişkilerine, sömürü ve baskı mekanizmalarına son vermeyecektir.
Sosyalist çok ama sınıf hareketi yok
Kendisine sosyalist diyen binlerce devrimci olmasına rağmen Türkiye’de neden Marksist, devrimci bir işçi hareketi yok?
Bu sorunun cevabı, esasen yukarıda ifade ettiğimiz liberal ve devrimci demokrat eğilimlerin sosyalist hareketin çoğunluğuna hakim olmasında yatar. Bu nedenle, demokratik haklar için mücadele revaçtadır.
Hiç birini küçümsememekle birlikte, her eğilimden sosyalist hareket ekoloji, kadın, gençlik, ulaşım, konut, eğitim, laiklik vb. mücadeleler içinde boy göstermeyi, sosyal hakları talep etmeyi ‘sosyalizm’ mücadelesine indirgemektedir. Bu alanları tek tek özgürleştirmek için büyük çabalar sarf edebiliyorlar ve niyetlerinden bağımsız olarak ‘saf demokrasi’ arayışına giriyorlar.
Sınıf bakış açısı da yok
Türkiye’de ve hatta Dünya’da işçi sınıfını merkezine alan, ona adaklanan, sınıf temellinde ve onun programı doğrultusunda, işyerlerinde, fabrikalarda aşağıdan örgütlenen, büyüyen bir sosyalist/komünist hareket ortaya çıkmıyor.
Bu söylediklerimizi ‘herşeyi fabrikalara, ekonomik mücadeleye, sendikal mücadeleye’ indirgemek olarak görme kolaylığına düşmeksizin ifade edelim ki, sosyalist/komünist mücadele işçi sınıfının öz mücadelesidir. Onun adına yapılacak bir mücadele değildir.
Son bir hatırlatma
Yüz yıl önce, 1918’de Lenin’in Kautsky ile yaptığı polemik vesileyisle kaleme aldığı ‘Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky’ broşürünü yeniden okunmayı hakediyor.
Bu polemiğin ana konusu ‘demokrasi’ ve ‘diktatörlük’tür. Mevzuya ‘sınıf’tan bakıştır. Kautsky’nin temsil ettiği liberal görüş, demokrasiyi ‘sınıf’ içeriğinden bağımsız ele almaktadır. Haklı olarak Lenin “Bir liberalin genel olarak “demokrasi”den söz etmesi doğaldır. Bir Marksist ise: “hangi sınıf için?” diye sormaktan hiçbir zaman geri kalmayacaktır” demektedir.
Lenin’in yüz yıl önce sorduğu soru, bakış açısı ve soruya verdiği cevap bugün için değerini koruyor.