Siyah bir kravat, siyah bir gömleğin yakasına yapışmış. Siyah gömlek kendini sıcak tutmak için sırtına siyah bir yelek geçirmiş. Siyah yelek kollarını kapatmak için üzerine siyah bir ceket giymiş. Siyah bir pantolonun içinde saçı sakalı birbirine karışmış huzursuz siyah bir adam telefonda konuşup… Yok hayır, bağırıp-çağırıp duruyor. Kim bu siyah? Bir diktatör… Sadece bir diktatör. Rolünü iyi ya da kötü oynadıktan sonra, yani zamanı geldiğinde tarih sahnesinden silinip gidecek olan siyah bir leke. Bir dik-ta-tör…!
24 ve 25 Şubat tarihlerinde Köln´deki Volksbühne´de sahneye çıkan Barış Atay “Sadece Diktatör” adlı tek kişilik oyunla bir diktatörün siyahlar içinde saklanan iç dünyasını yansıtmaya çalışarak izleyicilere bazı mesajlar verdi. Oyundaki en temel mesaj “Ben sizin aynanızım!” cümlesinde özetlenmişti diyebiliriz. Yani “Diktatör olarak beni siz yarattınız…!” demek istiyor. Ancak bu diktatörün gerçekten halkın ürünü olup olmadığına karar vermek, oyun metnini dikkatle inceledikten sonra mümkün olabilecek.
Oyun Metni
Dekor, ışıklandırma, vücut dili, dans, efekt, görseller, sahne düzeni ve müzik gibi bir sahne gösterisini zenginleştirebilecek unsurların hemen hemen hiç kullanılmadığı oyunda, ağırlık tamamıyla metin üzerinde toplanmış haldeydi. Kısaca gösteri sadece monolog şeklinde sunulan bir metinden oluşuyor. Diktatör figürü başta kendi kendine konuşur gibi… İlerleyen bölümlerde izleyiciyle diyaloğa girerek doğrudan onlara sesleniyor. Ara-sıra sorular yönelterek aldığı cevaplara göre metne kaldığı yerden devam ediyor. Metnin içeriksel düzlemdeki kurgusu aşağılık kompleksi içindeki bir insanın nasıl politik bir parti içinde yükseldiğiyle ilgili. Bu kurguyu ete kemiğe büründüren, daha doğrusu metni ilginç kılansa, diktatörün kendisini küçümseyen muhalefeti aynı şekilde aşağılamaya çalışması. Karşılıklı küçümseme iki uçlu bir tatminsizlik gibi görünse de, yakından bakılınca her iki tarafın da aynı bütün içinde yer aldığını görüyoruz. İçeriksel kurguyu görselleştirmeye çalıştığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor:
Klişe haline gelmiş fikirlerin tekrarı:
Oyun metninde kodlanan birtakım klişe ifadeler ve anlatımlar daha en baştan yukardaki görseli ispatlar nitelikte. Örneğin diktatör bir toplantı için gittiği otelin kapısında beklerken neler hissettiğinden bahsediyor. Kendini acındıracak şekilde, nasıl küçüldüğünü tarif ederken “Ben sizi gördüm ama siz beni fark etmediniz!” demesi melankolik bir sitemden, öfkeli iç çatışmasından başka bir şey değil. Bu sahnenin iyi niyetli ama politik anlamda yetersiz bir analizle kurgulandığını söylemek zorundayız. Nitekim bir diktatörün diktatör olmasının tek sebebi onun hırsa dönüşen kişisel aşağılık kompleksi değil, tarihsel, toplumsal, ekonomik ve politik bileşenlerin dünya konjuktürü içerisinde kesişerek kendine bir alan yaratmasıdır. Oldukça karmaşık arka planı olan politik bir rejimin, bir tek kişinin psikolojik durumuyla açıklanması tarihsel deneyimlerin gözden kaçırılması anlamına da gelir.
Sorunsala bu şekilde yaklaşıldığında metnin yazarı Onur Orhan’ın 29.11.2015 tarihli Evrensel gazetesinde yayınlanan röportajda söylediği şu sözleri ilgi çekici: “….(Metni) Başımızda çağlar boyunca var olan diktatörlüğün mekanizmasını algılamaya çalışarak yazdım. Diktatörlük varsa neden var, bize niye musallat oldu, niye kurtulamıyoruz, devletin ve insanların birbirlerine kötü uygulamaları neden var gibi soruları sormak gerekiyor. Bunların üstüne kafa yormadan, bir öfkeyle kalkıp yazılabilecek bir metin değil bu. İzleyiciye de hep birlikte öfkelenmeyi vaat etmiyoruz. Düşünerek yazılmış bir metin, seyircisinden de düşünmesini istiyor. Bir miktar sarsılarak tabii ki.”
Yazarın yukardaki alıntıda dile getirdiği soruların cevabı oyunda yok aslında. Varsa da bence yetersiz. Çünkü oyunda diktatör bağırıp çağırarak hırsa dönüştürdüğü komplekslerini meşrulaştırmaya çalışıyor ve bunun böyle olmasının tek sorumlusu olarak da kendisine muhalif olan küçük bir halk kesimini yani entelektüelleri gösteriyor.
Bunların entelektüeller olduğunu nereden anlıyoruz?
– Diktatörün eleştirirken kullandığı bazı ifadelerden. “Tatile gidiyorsun…”, diyor mesela, “yurt dışına çıkıyorsun, anlamadığın ama ezberlediğin kitabi bilgilerle hava atıyorsun, toplumdan haberin yok, sadece kendini görüyorsun…vs.” Elbette bu entelektüellere yönelik son derece eksik, cılız kalan, üstelik yüzeysel bir tespit. Dolayısıyla bu tespitten doğru bir çıkarım da beklenemez.
Örnekleyecek olursak, diktatör muhalifleri eleştiriken sık sık onları teoriyi bilmek, ancak hayatı tanımamakla suçluyor. Bunu temellendirirken de “Sizin şu sakallı var ya… Neydi adı? Aslan kral Marx…!” diyerek Karl Marx’a gönderimde bulunuyor. Yine kendi varlık sebebini mutlaklaştırırken Hayatınızın ölçüsü benim! // Hepinizin üzerine çöktüm! // Para falan istediğim yok! // Tarih beni yazacak! // Duygularının esiri olma! // Tutkularına ata biner gibi bin, ama at olma! şeklindeki klişe ifadelerle diktatörlük rejimini sanki bir tek kişinin inisiyatifiyle ortaya çıkan politik bir gelişim gibi gösteriyor. Metnin neredeyse tamamına yansıyan bu kurgu sorunsalın ne derece yüzeysel kavrandığını ortaya koyuyor. Tabi bu yüzeysellik tehlike durumu da ortaya çıkarabilir. Öyle ki bir yerde “Savaş kitleye karakter kazandırır!” denmesi savaşı -tüm nedenlerinden ve sonuçlarından bağımsız olarak- neredeyse çekici hale bile getiriyor. Bence -özellikle politik içerikli oyun metinlerinde- Türkiye’deki izleyicinin ya da okuyucunun alımlama seviyesinin dikkate alınması gerekir. Özellikle ironi sanatının tasarruflu kullanılmasında, hatta mümkünse hiç kullanılmamasında fayda var diye düşünüyorum.
İzleyicilerin izlenimleri:
“Geçtiğimiz hafta Emek Sahnesi’nde Sadece Diktatör’ü izlemeye gelmiştim ve salondan karnımda bir ağrıyla çıktım. Yediğim yumruğun hesabını sormak için bir hafta sonra geri döndüm buraya. Sadece Diktatör, bu sezonun en etkileyici oyunlarından biri.” diyor Evrensel gazetesi yazarlarından Kaan Koç, oyunun yönetmeni, oyuncusu ve metin yazarıyla yaptığı söyleşinin giriş bölümünde. İlk olarak 18 Kasım 2015’te sahnelenen oyunun izleyiciler tarafından beğeni topladığı ve etkileyici olduğu kesin. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra Köln’de Volsbühne´de sergilendikten hemen sonra görüştüğüm insanların izlenimi de oldukça olumluydu. Hepsinin söylediği ortak şey şuydu: “Bu oyun bize bizi gösterdi.”
Peki oyunda gösterilen gerçekten biz miyiz? Diktatörün diktatör olmasının sebebi, onun nasıl yükseldiğini fark etmeyişimiz mi? Fark edebilmek için onu görmemiz, tatile gitmememiz, teorik kitabi bilgilerden kaçınmamız, yurt dışına çıkmamamız, yabancı dil öğrenmememiz, sadece ve sadece politik konularla ilgilenmemiz mi gerekirdi? Başka bir deyişle entelektüeller/muhalifler gücünü uluslararası politik dengelerden alan ve gizli planlarla yükselen bir diktatörlük rejiminin önüne gerçekten geçebilir mi? Aydınların politik yaptırım gücünü bu şekilde abartmak, koşullardan bağımsız düşünmek biraz iradi, iyi niyetli, hatta saf dilli bir yaklaşım değil mi? Dünya konjonktürü içindeki koşulları dikkate almayıp, tarihsel sorumluluğumuzu abartarak, kendimize haksızlık etmiş olmuyor muyuz?
Bu sorular bir yana, oyunda diktatörün iç dünyası ele alınırken de eksiklikler olduğunu görüyoruz. Metnin yazarı Onur Orhan kendi durduğu noktadan yani entelektüel bir çerçeveden diktatörü anlamaya çalışmış. Bu haliyle yarattığı figürün iç dünyasına dışardan bakan bir yabancı aslında. Böyle olduğu halde diktatörün kendisine muhalif olanlar hakkında ne düşündüğünü ya da düşünebileceğini kurgulayarak bir farkındalık yaratmak istiyor. Oyunun kurgusunu ve sahnelenme sürecini içine alan bu farkındalığı formüle etmeye kalkarsak yansımanın yansıması şeklinde bir durum ortaya çıkıyor. Ki yansımanın yansıması da yansıyan nesnenin tekrar kendisini ortaya koyacaktır.
Toparlayacak olursak, bir entelektüel tarafından kurgulanan diktatör, entelektüelleri eleştirirken onları yine ancak onların görebildiği kadar eleştirmiş oluyor. Bütün oyunu kısmi bir özeleştiri ya da hesaplaşma olarak tarif etmemiz mümkün.
Nitekim Evrensel gazetesindeki söyleşiye baktığımızda bu özeleştiri durumunun Onur Orhan’ın şu sözlerinde de dile geldiğini görüyoruz. Kaan Koç’un “Oyunun günümüze ve geleceğe dair bir sorumluluğu var mı?” sorusuna cevaben metin yazarı şunları söylüyor:
“Bu oyun, tiyatronun yani bu oyundaki diktatörün aynasında bizi kendimizle yüzleştirsin istiyoruz. Hata ve eksiklerimizi gösteren, meseleye yaklaşım biçimimizdeki sorunları yüzümüze vuran bir yanı olmasını niyet edindik. Oyunu izleyen biri, buradan diktatöre, sisteme ve kendisine dair bir soruyla çıkıyorsa, ayrıca bu soruyu da çevresine bulaştırabiliyorsa, sorumluluğumuzu yerine getirdik diyebiliriz.”
Bu satırları okurken ister istemez siyah bir takım elbise içinde karşımıza çıkan diktatör figürünü düşünüyorum. Barış Atay’ın başarılı oyunculuğuyla ete kemiğe bürünen diktatör “Ben sizin aynanızım! Beni siz yarattınız!” dedikçe ona; “Hayır, hiç de öyle değil. Yalan söylüyorsun.” demek istiyorum. Çünkü hem onun hem de tarihte gelmiş-geçmiş öteki diktatörlerin varlık sebebinin benim zaaflarım olmadığını biliyorum.