Bu sezon izlediğim kimi oyunlarda, en galiz küfürlerle dolu repliklerin havada uçuşmasından son derece rahatsızım. Neredeyse otuz yedi sayfalık bir tekstin, tamam abartıyor olabilirim ama, en az on bir sayfası, sürekli tekrarlanan üç küfürle yazılıyor… Ve beni asıl üzen, düşündüren konuysa bu küfürlerin seyirci tarafından beğeniyle alkışlanıyor olması; her defa alkışla olumlanması.
Bu konuda tiyatrocu, sanatçı Tamer Levent‘ in açıklamasına katılmamak mümkün değil!
“Oyunlarının ana metinlerinde konu ile ilgisi açısından anlam ifade etmeyen, ancak gerekli gereksiz yerde kullanılan küfürlerin ağırlıkta olduğu oyunlar da yer alan bu küfür bolluğu, tiyatro edebiyatının gelişmesine zarar vermektedir.”
Geçtiğimiz gün yazar Tekin Deniz ile, tiyatro metinlerinde küfür konusunu konuştum. Şunları söyledi :
“Sahnelerdeki köksüzlüğü, hiçbir temele yaslanmayan, hiçbir ustaya vefa göstermeyen, en galiz küfürleri sahnede savurup uyduruk alkışlar toplamaya çabalayan yoz kişileri tiyatrocu, yaptıklarını da tiyatro zannedebiliyor halk. Haliyle sonra da kopuyor salonlardan ve ‘Tiyatro mu? Aman evlerden ırak!’ diyor.
Mesele küfür, çıplaklık, vesaire asla değil. Sahne pek çok şeyi: ‘Şayet estetik sınırlar içinde tutup belirli bir mantık örgüsü dahilinde aksettirirseniz’ kaldırır. Hiç sorun olmaz.
Tiyatroyu hayattan ayıran temel öğe de onu çıplak gerçeklikten alıp estetize etmek değil midir zaten? Tüm tiyatrocu arkadaşlardan şunu düşünmelerini istiyorum: Şayet oyununuzun o ilk gecesi, perdeyi şöyle hafiften bir aralayıp salona baktığınızda en ön koltuklarda: Muhsin Ertuğrul, Yıldız Kenter, Haldun Taner, Gülriz Sururi, Gazanfer Özcan gibi isimleri görseniz ne yaparsınız?
‘Yahu ben bu repliği okuyamam, utanırım’ der misiniz? “Yok artık, ne kadar ilgisiz ve boş bir bölüm, tiyatroya da hakarettir burası, aman aman burayı hemen çıkaralım metinden’ diye iç geçirir misiniz? Utanma, sıkılma, sahneye çıkamama gerginliği yaşar mısınız? İğne ucu kadar dahi inanmadığınız bir işin parçası olur musunuz? İşte tüm seyircilere karşı böyle bir duyarlılık taşımalısınız.
Şayet seyirci koltuklarında Nejat Uygur’un, Afife Jale’nin, Bedia Muvahhit’in, Ferhan Şensoy’un, Münir Özkul’un, İsmail Dümbüllü’nün oturduğunu bilip o oyunu oynamaktan ar edecekseniz ve böyle bir işte yer almaktan vazgeçeceksiniz onu şimdi de yapın. Çünkü halk, ana öznemizdir! Bilin ki o salonları dolduran seyircilerin her biri birer Muhsin Ertuğrul, her biri birer Yıldız Kenter’dir. O sahneye çıkıyorsanız, bu sorumluluk, saygı ve bilinçle oynamalısınız. ”
Ve bugün tiyatro sanatçısı, tiyatro eleştirmeni Neriman Uysal‘ın kaleme aldığı “Gelişen Tiyatromuz ” başlıklı makalesini beğeniyle okudum. Tespitlerine hayran kaldım. Sizlerle de paylaşmak istiyorum :
“‘Eski Yunan’da tiyatro değer yargılarının tartışıldığı, önemli toplum sorunlarının incelendiği, sorumlulukların eleştirildiği bir alandır.’ (Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, s.51)
Şimdi tiyatroda bir küfür modası, çılgınca. Küfür konusunda bir kesim “küfür yaşamda da var” diyerek sahnedeki küfürleri onaylıyor.
Ne demiş Aristoteles Poetika eserinde: ‘Tragedya, yaşamı taklit eder, fakat yaşamın genel ve tipik yanını, evrensel yanını, akla uygun ve olası olanı ele alır. Ayrıca onu olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi, yani düzeltip yetkinleştirerek yansıtır.’ (agy., s.25)
Rönesans’ta da antik dönem sanat anlayışının izinden gidilmiş ‘gerçekler olduğu gibi değil, düzeltilerek yansıtılmalı’ ilkesi benimsenmiştir.
Aynı şekilde klasik dönem de antik dönem kuramcılarının görüşleri benimsenmiştir. Klasik akım kuramcıları gerçeğe benzerlik gözetilirken anlatımın incelikli olması üzerinde durmuşlardır.
18. yüzyıla gelindiğinde tiyatronun sadece soyluları değil diğer insanları da anlatması gündeme gelmiş. Bu bağlamda tiyatro dilinin süslü, ölçülü, uyaklı değil, içeriğe uygun olması istenmiştir.
Romantik akımda da gerçeğin özünün yansıtılması istenmiş, nedense küfür sahneye getirilmemiş.
Gerçekçi Akım, Karşı Gerçekçi Eğilimler, 20.Yüzyılın Öncü Akımları, Siyasal Tiyatro, Absürd Tiyatro, Çağdaş Tiyatro (Peter Brook, Grotowski, vd.) Sophokles, Euripides, Marlowe, Shakespeare, Schiller, Brecht, Çehov, Sartre, Inesco, Pinter, Camus, Beckett, Haldun Taner, Vasıf Öngören, vd. Okuduğumuz onca büyük yazarların oyunlarında küfür görmedik biz. O dönemlerde küfür yok muydu acaba?
Günümüz. Postmodern dönem. Her şey mubah diyen anlayış. Bu anlayışta Netflix (Leşfiliks) dizilerini aratmayan bir sahne dili yaratılmış durumda. Küfür dili. En cinsiyetçisinden. Özellikle de kadın oyuncular tarafından kullanılan küfürlü dil. Kadına karşı kullandığı cinsiyetçi küfürler yüzünden erkekleri eleştirirken, kadınlar onları geçti. Sanki kadınların uterusları prolapsus olmuş (dışarı sarkmış) penis niyetine önüne gelene koyuyorlar.
Gerçek yaşamda böyle inanılmaz artış var, çocuk, genç kız, kadın. Hepsinin elinde penisleri. Freud ‘Penis kıskançlığı’ demişti; buna da kızardım. Bunlar sahneye taşındı salgın biçiminde. Tiyatroda mıyız, futbol maçında mı? On sayfalık oyun metninin çoğu küfür. (Oyun metni denirse… Uzun monologlar, iç dökme biçiminde. Sanki seyirci psikolog.)
Sanki bu dili kullanarak cesur olduklarını, yaratıcı olduklarını düşünüyor olmalılar genç yazarlar. İçerik gereği küfür de olabilir bir oyunda ama bunlarınki farklı, sırf küfür olsun diye metnin içine ‘boca’ edilmiş. Bunlar metne ait bir anlam üretmiyor, eleştirmiyor, onaylıyor.
Etik, estetik? Sanatın işlevi, eğitici gücü?
On gün içinde izlediğim yedi oyunda (biri hariç onda kullanılan yerindeydi) durum buydu. Tiyatrodan nefret eder hale gelmiştim abartısız. “
Üç değerli dost, Tamer Levent, Neriman Uysal ve Tekin Deniz’e, düşüncelerimin sözcüsü oldukları için çok teşekkür ediyorum. Belki yaşım gereği, belki Şehir Tiyatrosu, Devlet Tiyatrosu, Kenter, Dormen, Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Tiyatrolarının koltuklarında, Üstün Akmen’in ifadesiyle “koltuk tozuna” bulanmış biri olarak, sahnede savrulan galiz küfürlerden rahatsızlık duyuyorum.
Tabii, bu benim görüşüm…
Altmış dört yaşında insan kolay değişemiyor, diyelim.