Bir kötülüğün sıradanlaşması o kötülüğün devamı ve yayılması anlamına gelir. Kötülüğü yapanın yaptığı kötülüğün farkına varmaması, başka bir deyişle pişmanlık göstermemesi, -bu kişi cezalandırılsa bile- kötülüğün normal gibi algılanmasını sağlar.
Bana göre Hannah Arendt’in Eichmann davası sürecinde Banalität des Bösen (Kötülüğün Sıradanlığı) olarak adlandırıp analiz ettiği tehlike öz itibarıyla bu. O tehlike durumunda en sıradan insan bile kötülüğü doğal karşılar.
12 Eylül askeri darbesinin birkaç ay sonrasında 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamına yönelik Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?!” dediğini biliyoruz. Yine Gezi olaylarında polis saldırısıyla yaralandıktan ve dokuz ay komada kaldıktan sonra hayatını kaybeden Berkin Elvan için Tayyip Erdoğan’ın çocuğu ısrarla “teröristlerin maşası” olarak lanse edip öldürülmesini meşrulaştırdığına da şaşarak ve öfkelenerek tanık olduk. Bu tür katliamlarda -Osmanlı geleneğinden beri, devlet kademesinde kim olursa olsun yürütülen mantık aynıdır. Bizdeki kötülüğün sıradanlığında defalarca tecrübeyle sabitlenmiş ve tamamen bilinçaltımıza yerleşmiş kayıt şudur:
“Baş kaldıranın başı ezilir. Yüce devletin varlığı ve devamı için bu elzemdir!”
Bu cümlede kötülük kendini sıradanlaştırır. Meşrulaştırır. Haksızken haklı gösterir. Peki kötülüğün altında ezilen mağdur bu sıradanlığı nasıl algılar, ne hisseder?
İki gün önce sosyal medyada yayınlanan bir video kaydında genç bir kadın 1993’te Sivas’ta Alevilere yönelik linç katliamını bir Stand-up gösterisinde gülme malzemesi yaparak kötülüğü başka bir taraftan sıradanlaştırdı. Sonra da kendisinin de Alevi olduğunu, bu konuya sahne programında ironik olarak yaklaştığını söyleyerek sıradanlaşan kötülüğü bir de çirkinleştirdi. Kötülüğün muhatabı yani mağduru durumundaki Aleviler ise sosyal medya yoluyla da olsa cinsiyetçi hakaretlerle genç kadını linç etmeye kalktı. Tabi bu da ayrı bir çirkinlikti. Ama yazının konusu değil.
Şimdi olay etki ve tepki olarak değerlendirilip, yüzeysel bir yorumla geçiştirilebilir. Ama girişte yazdıklarım düşünüldüğünde, özellikle kötülüğün mağdur tarafından sıradanlaşmasını, daha doğrusu genç kadının bir Alevi olduğu halde failin bakış açısıyla hareket ederek kendi etnik grubuna yapılan kötülüğü kanıksamasını Türkiye toplumları açısından bir alarm sinyali olarak görüyorum. Tam da bu noktada duygusal davranıp hemen agresif tepki vermek yerine, soğukkanlı olup, oturup düşünmek gerektiği kanaatindeyim.
İroni nedir? -ne değildir!
Pınar Fidan tepkilere karşı Twitter hesabından paylaştığı mesajında şunları dile getiriyor:
“Merhaba. Uğraşmak istemedim başta. yanlış anlaşıldığı için açıklayayım. İzlediğiniz videoda tam tersini düşündüğüm bir şeyi ironi yaparak anlatıyorum. Mizah, aslında anladığınızın aksine öyle düşünenlerle dalga geçiyorum. Önemi yok ben aleviyim ve Alevi düşmanı olduğumu düşünüp beddua, küfür ve hakaret eden bu kadar çok insan olabilmesine şaşırdım ve üzüldüm. Bunun benimle ilgili olmadığını biliyorum ama hepimiz için üzücü. Videonun başı sonu olmadığı için de yanlış anlaşılmış olabilir, orada Alevi diye bahsettiğim kişi de dayım. Can sağlığı diyelim ne diyelim.”
Burada söz konusu video kaydıyla ilgili en önemli açıklama; “İzlediğiniz videoda tam tersini düşündüğüm bir şeyi ironi yaparak anlatıyorum.” cümlesi. Belki özür babında… Ama pişmanlık yok. Zaten bir başka cümlede „Bunun benimle ilgili olmadığını biliyorum ama hepimiz için üzücü.“ diyerek hatayı üstlenmediğini de belirtiyor.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
İroni Latince ve eski Yunancadan türer. Bir şeyi tersten gösterip bir maksat güderek anlatmaya çalışmak anlamına gelir. Bugün Edebiyat ve konuşma sanatında yaygın olarak kullanılan ironi tekniğine daha çok politik ve toplumsal sorunlara eleştirel yaklaşıldığında başvurulur. Her edebi teknikte olduğu gibi ironinin de farklı türleri ve kendi kuralları vardır.
Bir Stand-up gösterisinde de ironi tekniğine başvurulabilir. Ancak söz konusu video kaydındaki Stand-up gösterisinin aşağıdaki sebeplerden dolayı ironi olmadığının altını çizmekte fayda var. Bu sebepler:
a) İroninin içinde konunun “ironik” olarak ele alındığını belirten bir ifade-işaret kullanılması şarttır. Bu video kaydında böyle bir ifade ya da işaret yok. Bu anlamda ironiye iyi bir örnek olarak Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri neden öldürmeliyiz?” adlı şiiri gösterilebilir. Bu şiirin finalinde şair son iki mısrada; “Köylüleri, söyleyin nasıl kurtaralım?” diyerek baştan beri yazılanların tersini kastettiğini belirtir.
b) İroninin doğru anlaşılabilmesi için metnin içinde konu netliği ve bütünlüğü olması gerekir. Bu video kaydında mizaha alet edilen; bazen hiçbir şey yapmadan cennete gideceğini sanan bir Alevi, dolmuşta karşılaşmak istenmeyen Tayyip Erdoğan, kendini bile koruyamayan Kemal Kılıçdaroğlu, tekel bayiine girme ihtimali olan Devlet Bahçeli, herkese içten sarılan Ekrem İmamoğlu, zaten boş olan Cem evleri ve o boş olan Cem evlerine Alevilerden çok uğrayan saldırganlar, yine Cem evlerine değil de meyhanelere giden Alevilerden bahsediliyor. Fark edileceği gibi sağ-sol, Alevi-Sünni, zengin-fakir, fail-mağdur… vb. gibi zıt unsurların bir arada -karıştırılarak işlendiği gösteride Pınar Fidan’ın neye, kime, hangi maksatla gönderme yaptığı zaten anlaşılmıyor. Oysa ironi sanatında bu içerik ayrımının metin yüzeyine ya da konuşmaya belki dolaylı -ama temiz ve net bir şekilde yansıması gerekir, ki mesaj adresini bulsun. Eğer mesaj adresini bulmazsa kullanılan teknik ironi değildir. Doğal olarak tam tersi anlaşılır.
c) Gösterinin sonuna doğru boş Cem Evi’nde saldırganların bulamadığı Alevilerin bir evde toplanıp yakılabileceği söylenerek Sivas’taki yangına gönderimde bulunuluyor. Bu ironiyi bile aşan sarkastik yaklaşım -belki niyetinden bağımsız ama sadece Alevileri değil, sağlıklı düşünen her insanı öfkelendirecek nitelikte.
Özetle; ironi tekniği katliamlar ve travmalar yaşayan, beklenti ufku (Erwartungshorizont) dar olan duygusal toplumlarda son derece tehlikeli bir tekniktir. Hatta bence bu tekniği yeterince bilmeyen hiç eline almasa daha iyi olur. Kendine zarar verebilir. Pınar Fidan olayında olduğu gibi.
Köln, 20.03.2020
Soné Gülyan