“Tek tip Faşizmin Eseri” başlığıyla 06 Ocak 2018 Cumartesi günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajda Rahmi Yıldırım’ın şu anlatımına rastlıyoruz: “12 Eylül darbesinden sonra cezaevleri toplama kampına dönüştürüldü. Diyarbakır, Mamak, Metris cezaevleri işkencenin simgesi olarak tarihe geçtiler.
Açlık grevleri, işkenceyle ölüm, tedavi edilmeme gibi nedenlerden kaynaklı sadece Diyarbakır Cezaevi’nden hatırladığım kadarıyla 44 kişinin cesedi çıktı. O dönemde cezaevleri sorgu ve işkence merkezleriydi. 21 Nisan 1983’te tutuklandım. Metris Cezaevi’ne kondum. Ömrümün 25 ayını bu cezaevinde geçirdim. Gözüme çarpan ilk uygulama, sudan bahanelerle, tutuklunun avukat ve yakınları ile görüşme hakkı engelleniyordu. Tutuklulara savunmalarını yazabilmeleri için gerekli olan kırtasiye malzemeleri verilmiyordu. Havalandırmaya çıkarılmıyorduk. Koğuş aramaları talan biçiminde yapılıyor, alınan kitap ve kırtasiye malzemeleri geri verilmiyordu. 1983 yazında, cezaevinde yönetim değişti. Ayrıcalıklı uygulamanın kurumlaştırılması ve baskı, tehditlere başvurulması karşısında açlık grevine gidildi. 28 gün boyunca ses yayın cihazından yapılan, kulakları sağır edici gürültüyle tutukluların haklı iradesi zayıflatılmak istendi. Koğuştaki masa ve sandalyeler toplatıldı.
Bir yıldır ara verilmiş olan dayak yeniden başladı. Dayatılan üst arama biçimi, insanı aşağılamanın ve onursuzlaştırma amacının ahlak dışı bir aracıydı. Bir yatakta iki kişi yatmak zorunda bırakılmıştık. Cumhuriyet, Milliyet, Güneş gazeteleri fikir gazetesi olarak nitelendirildiklerinden, mizah dergileri (özellikle Gırgır) siyasi görüldüklerinden, satışlarına izin verilmiyordu. Koğuştan çıkışlarda, tutuklunun tamamen soyunması (külot dahil) ve edep yerlerini “usulüne uygun şekilde arattırması” isteniyordu. Bunu kabul etmediğimiz için dövülerek koğuşa yollanıyorduk. Avukat ve yakınlarımıza görüşmeye kendimizin çıkmadığı söyleniyordu. Bunca hak ihlalinin ardından sonuçta tek tip cezaevi elbisesini dayattılar. Tek tip elbiseleri giydiğimiz takdirde koşulların düzeleceğini söylüyorlardı. Asıl amaçları siyasi tutukluya boyun eğdirmek, kişiliğini ve onurunu çiğnemekti.”
Yukarıdaki anlatım 1980 Askeri darbesinin Tek Tip Elbise dayatmasının ve bu dayatmaya karşı sol görüşlü siyasi tutsakların gösterdiği tepkinin kısa ama genel bir özeti. Rahmi Yıldırım -alıntıdan da anlaşılabileceği gibi- dönemin zorluklarını Metris cezaevindeyken bire bir yaşayan tanıklardan biri.
13/1 Sayılı Genelge – Tek Tip Elbise Uygulaması
1983 yılında çıkarılan 13/1 Sayılı Genelge’ye bağlı Tek Tip Elbise uygulaması, 1984’ün Ocak ayında yeniden dayatılır. Bu dayatmaya karşı Metris ve Sağmalcılar cezaevlerinde açlık grevleri başlar. Her iki cezaevindeki açlık grevi 45. gününden sonra yaklaşık 26 kişinin katıldığı ölüm orucuna dönüştürülür. Ölüm orucuna dönüştürülen açlık grevinin 63. gününde Abdullah Meral (14 Haziran’da 32 yaşındayken), Haydar Başbağ (17 Haziran`da, 28 yaşındayken), Mehmet Fatih Öktülmüş (17 Haziran`da, 35 yaşındayken) ve Hasan Telci (24 Haziran`da, 28 yaşındayken) hayatlarını kaybederler. 75. günde ölüm orucu eylemine son verilir. 11 Şubat 1986´da Tek Tip Elbise dayatması devlet tarafından nihayet rafa kaldırılır.
Ufuk Bektaş Karakaya da ölüm orucuna katıldığı halde sağ kalan dönemin siyasi tutsaklarından biri. İki yıllık bir çalışmadan sonra 2019 yılında gösterime giren “Hoşçakalın Arkadaşlar” adlı belgesel filmin yapımcılığını ve proje danışmanlığını üstlenerek, son nefesine kadar yanında olduğu yoldaşı Mehmet Fatih Öktülmüş’ün devrimci profilini tarihe not düşmek istemiş. Bu notta Mehmet Fatih Öktülmüş´ün hayatını tamamen devrime adadığı okumak mümkün.
Yönetmenliğini Eylem Işık´ın üstlendiği film ilk kez 12 Kasım’da Göteburg´daki Exile Film Festivalinde gösterime sunulduğunda büyük beğeni topladı. Ardından 17 Kasım´da Viyana´da, 24 Kasım’da Berlin’de ve 1 Aralık´ta Frankfurt´ta gösterilen film önümüzdeki Pazar günü 15 Aralıkta da Köln´de gösterime sunulacak.
“Hoşçakalın Arkadaşlar”
Hoşçakalın Arkadaşlar filminin kurgusunun üç anlatım formu üzerine oturtulduğunu söyleyebiliriz.
Birinci anlatım formunda kameraya yansımayan anlatıcı şiirsel dil kullanımıyla Fatih Öktülmüş´ün perspektifini, onun mücadele ve hayat felsefesini seslendiriyor. Bu anlatım formundaki “genel anlatım” zaman zaman “ben anlatıcı” olarak Fatih Öktülmüş’e dönüşüyor. Birinci anlatım formu ekrana müzik ve arşiv görüntüleriyle yansıyor.
İkinci anlatım formunu canlandırmalar olarak değerlendirmek gerek. Bu sahneler filmde ölüm orucunun anlatıldığı söyleşileri destekler nitelikte. Fatih´i yoldaşlarının ve jandarmaların arasında yürürken ya da zayıf ve güçsüz bir halde yatakta uzanırken görüyoruz. Sözsüz kurgulanan canlandırma sahneleri İstanbul´daki Yeni Hayat Hastahanesi´nde çekilmiş. Ancak 1984’teki ölümlerin Haydarpaşa Askeri Cezaevi Mahkum Koğuşu’nda yaşandığını hatırlatmak gerek.
Üçüncü anlatım formu ise filmin ana anlatımı-temel kurgusu diyebiliriz. Burada Fatih Öktülmüş´ün cezaevinde, ölüm orucunda ve kendisiyle mücadelede -hatta çatışmalarda birarada olan yoldaşları ve avukatı Hüsnü Öndül ile yapılan söyleşiler sözkonusu. Yaklaşık 35 kişiyle yapılan söyleşilerde izleyici Fatih´in kişilik özellikleri, mücadele azmi, direngenliği hakkında bilgi ediniyor. Fatih´in kuzeni ve yoldaşı Osman Yaşar Yoldaşcan ile birlikte İstanbul Bağcılar´da polis kuşatmasından nasıl yaralı olarak kurtulduğunu, aynı çatışmada Osman Yaşar Yoldaşcan´ın ölümünün kendisini nasıl etkilediğini olayın birebir tanığı olan yoldaşlarının anlatımından öğreniyoruz. Söyleşilerin samimi ve içten olması, tanıkların zaman zaman konuşamayacak kadar duygulanması Mehmet Fatih Öktülmüş´ün aradan geçen 34 yıla rağmen bıraktığı etkiyi film karelerine yansıtıyor.
Film karelerine yansıyan başka bir şey ise, dönemin gazete haberleri, TV arşiv görüntüleri, mahkeme tutanakları…vb. Bu haliyle belgesel Mehmet Fatih Öktülmüş´ün nezdinde bir döneme de tarihsel katkı sunuyor.
15 Aralık, Pazar günü Köln’de Film Forum´da saat 18.00´de gösterilecek olan filmin ardından sohbet de düzenlenecek. Bu sohbet 1980 Askeri Darbe şartlarının ve o şartlara karşı gelişen devrimci direnişin anlaşılması, açlık grevi – ölüm orucu gibi eylem biçimlerinin değerlendirilmesi ve 24 Aralık 2017´de KHK ile yeniden gündeme giren Tek Tip Elbise sorunsalının tartışılması bakımından da önem taşıyor.
İlgilenen herkesin zaman bulup filmi izlemesi dileğiyle.
Soné Gülyan
Köln, 09.12.2019