7 Haziran seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) başarısını hazmedemeyen AKP ve Erdoğan, 1 Kasım rövanşıyla yeni bir hamle başlattı. Müzakere sürecine son veren, MHP ile stratejik işbirliğine yönelen, Suriye politikasını selefi İslam radikalizmine ve Rojava düşmanlığına dayandıran bir strateji bu.
İç politikada HDP ve demokratik siyasal zemini tahrip ederek tecrit politikası izleyen, dış politikada El Nusra’ya, cihatçı akımlara destek veren bu strateji, 15 Temmuz Darbe Girişiminin başarısız olmasını ‘Allah’ın lütfu’ saydı. Bürokraside, polis ve orduda, yargıda, devlet memurları arasında cemaatle sınırlı kalmayan, devrimcileri, sosyalistleri de arasına katarak 100 bin rakamına ulaşan büyük bir tasfiyenin olanaklarını yarattı. Onbinlerce insan tutuklandı. Büyük iller ve zaman zaman da Türkiye çapında onbinlerce polisin katıldığı ‘asayiş’ adıyla operasyonlara başladı.
HDP’nin hedef alınması burjuva parlamentosunda doğal bir ittifak zemini yaratıyor. Bu ittifaka CHP dahil oluyor. Bunun imkanlarıyla HDP eş başkanları ve milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve bir süre sonra Kasım 2016’da tutuklandılar.
Tam bir rehine operasyonuna dönüşen siyasal tecrit politikası HDP’yi daraltıp, polisiye vakıa haline dönüştürüyor ve böylece ona yapılan baskıyı meşrulaştırıyor. 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy veren kitleyle arasını açmayı hedefliyor.
Sadece HDP değil, yasal zeminde siyaset yürüten Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) siyasal sahası da kapatılmış durumda. 100’e yakın belediyeye atanan kayyumlar ile DBP’nin yasal siyasal faaliyeti ve halk ilişkilerine darbe vuruldu. Zaten sayısız yöneticisi de tutuklu bulunuyor.
Son olarak meclis iç tüzüğündeki değişiklikler, somut olarak Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne Diyarbakır ve İstanbul’da uygulanan abluka HDP ve dolayısıyla yasal demokratik muhalefetin, siyasal muhalefet faaliyetinin iktidar/devlet iznine bağlamayı amaçlıyor. Nitekim Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü sırasında da ‘yürüyüşe biz izin veriyoruz’ hatırlatmasında bulunmuştu.
AKP-MHP ve Erdoğan ittifakının HDP’ye ve devrimci demokratik muhalefete, grev yasaklarıyla sendikalara siyaset yaptırmayacakları anlaşılıyor.
Bu durum karşısında CHP’nin tutumu oyunu kurallarına göre oynamakta ısrarın ötesine geçmiyor. HDP onu tekrar ediyor. Sendikalar grevlerine sahip çıkarak işçilerin ısrarıyla bir adım atıyorlar.
CHP ve HDP’nin parlamento zemininde hukuk, adalet, demokrasi talepleri ifade ediliyor ancak bunu elde etmenin taktik ve stratejisi gerçek manada oluşturulmuyor. Dolayısıyla CHP ve HDP birbirine benzemeye başlıyor.
CHP enerjiyi boşaltıyor
AKP ile CHP arasındaki fark ‘yöntem değişikliği’ meselesindedir. CHP parlamenter sistemi, AKP başkanlık sistemini savunuyor. CHP oyunun kurallarını hatırlatıyor ve bu kurallara göre oynayalım çağrısı yapıyor. AKP oyunun kurallarını değiştiriyor ve keyfi biçimde oynuyor. Buna CHP’nin cevabı ‘ahlaki vaaz, geçmişi, teammülleri hatırlatma, Anayasa’yı delil gösterme’ vb. oluyor. Oysa AKP tümünü ajandasına uygun biçimde değiştirmek istiyor.
AKP-MHP ittifakı açık biçimde HDP’yi hedefe koyarak, onu ‘terör örgütü’ parantezine alarak PKK ile savaşta 40 bin ölümün yarattığı feci tabloyu CHP’nin karşısına koyarak, safını seçmesini dayatıyorlar. CHP yönetimi bugüne kadar HDP ile sınırlı kalan tüm baskılara dolaylı olarak veya açıktan destek verdi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasında ya da Yenikapı Ruhu’nda birleşti.
AKP’nin yeni devlet stratejisi, 16 Nisan referandumuyla vites küçültmek zorunda kaldı. Kılıçdaroğlu’nun Haziran ayında başlattığı 25 günlük Adalet Yürüyüşü’nün finalindeki miting de referandumda Hayır oyu kullanan seçmenin aktif olduğuna işaret etti. Bu iki fotoğraf, şimdilik CHP’yi koruyor. Ancak CHP yönetimi de tecrit politikasının, milli-gayri/milli parti ayrımının alanı içinde.
CHP yönetimi bunun farkında. Hayat onu demokratik siyasetle, Kürt siyasal hareketiyle temasa zorluyor ama CHP doğası gereği demokratik siyasete, kendi soluna, Kürt hareketine yüzünü çevirmek yerine, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı sırasında olduğu gibi sağına doğru açılmayı seçiyor.
AKP ve Erdoğan ise, ‘yeni devlet’in inşasında eski devletin kurallarına uymayacaklarını açıkça ilan etmekle kalmıyorlar aynı zamanda kuralları esnetip, değiştiriyorlar. Bunun son örneği Yüksek Askeri Şura kararlarında görüldü: Deniz Kuvvetleri Komutanlığına orgeneraller dururken bir alt rütbeden atama yaptı. Tipik örneği ise, Erdoğan’ın başkanlık sistemini fiilen uygulamaya koymuş olmasıdır. 16 Nisan referandum sonuçlarındaki hileli durumdur.
Yeni bir devlet kurma iddası gibi bir stratejinin yarattığı enerji, ‘radikal’ güç karşısında köhnemiş eski devletin yasaları, oyun kuralları hiç bir caydırıcı güce sahip değildir. Bu nedenle CHP, etkili bir siyasal hat oluşturamıyor, etkisiz eleman olarak kalıyor.
CHP Adalet yürüyüşüyle ise, topladığı enerjiyi yeni bir evreye taşıyamıyor. Patinaj yapıyor. Zaten böyle bir beklenti boşuna olurdu. CHP’nin siyasal rolü, tüm sosyal demokrat partilerde gördüğümüz role benziyor. Kitlelere umut vermek, umudu büyütmek ve ardından enejiyi boşa çıkartmak, moral bozmak. Maltepe Mitinginin ardından herhangi bir hamle gelmemesinin nedeni de bu.
Bu nedenle işçi sınıfı kendi yolunda yürümelidir.
Aşağıdan siyaset, Haziran Hareketi ya da HDK’nin imkanları
Parlamentonun işlevsizleştiği, başkanlık sisteminin uygulandığı, AKP-MHP stratejik ittifakının tesis edildiği koşullarda eski hukuk düzeninin kurallarını hatırlatmakla, soyut demokratik talepleri ifade etmekle, seçimler yoluyla otoriterleşen siyasal düzeni durdurmak mümkün görünmüyor.
CHP ve büyük oranda HDP’nin parlamento merkezli siyasetinin sıkıştığı ve benzeştiği yer burasıdır. Eğer bir geleceğimiz olacaksa, bu parlamentonun dışında, aşağıdan örgütlenecek birleşik bir mücadeleyle mümkün olabilir. HDP buna uygun bir örgütlenme değildir.
Kuşkusuz Haziran Hareketi gibi aşağıdan bir hareketi önemseyen siyasal platformlar olabilir ancak Kürt hareketiyle mesafesi sebebiyle eksik bir siyasal yönelişi ifade ediyor. Haziran Hareketi genel siyasal iklimden, CHP’nin HDP’ye mesafeli duruşundan etkileniyor veya HDP’den ayrı durarak CHP tabanındaki radikalleşmeyi sosyalizme evriltmeyi tasarlıyor olabilir. Bu varsayım doğru bile olsa, ortaya çıkacak yeni birleşim Kürt halkıyla birlikte mücadele seçeneğine sahip değil.
Bu sebeple HDK tüm eksiklerine rağmen birleşik mücadelenin yeniden inşa edilmesi için en uygun yerdir. Eksiği ise, mülkiyet meselesine yaklaşımındaki müphem alandır.
Devrimci bir siyaset ‘devlet ve mülkiyet’ konusunda aldığı tutuma göre tanımlanabilir.
Örneğin, Haziran Hareketinin siyasal pozisyonu, Kürt hareketiyle ortak yürüme iradesini ertelemesi sebebiyle ‘devlet’ konusunda devrimci bir çizgiyi ifade etmiyor. Tersinden Kürt hareketi/HDP/HDK de ‘mülkiyet’ konusunda istenen çizgiyi temsil etmiyor.
Devlet ve mülkiyet meselesini siyasetinin en başına yazacak, kendisine yeni siyasal kanallar, alanlar açacak bir strateji ve taktik açılıma ihtiyaç var. Esasen bu en eski siyasettir. Aşağıdan, halk kitlelerine, emekçilere, yoksullara dayanan bir hareketin inşası anlamına gelir. Aşağıda adım adım örülmesi gereken bir mücadele ve direniş hareketi.
AKP’nin ‘Yeni Devlet’ siyaseti karşısında tüm sosyalistlerin, ilecilerin, ezilenlerin HDK zemininde, mülkiyet yani sınıf meselesi üzerinden işçi sınıfı ve emekçiler zemininde yeniden yanyana gelmeye, ilişkilerini bu gözle yeniden düzenlemeye ihtiyacı var.
Bu davet bizim…