Okuyacağınız makale 1990 yılında yani 28 yıl önce yayınlanmıştır. Brezilya İşçi Partisi ve lideri -sonradan cumhurbaşkanı olan- Lula da Silva’nın geleceğine dair bugün de geçerli bir değerlendirme olması bakımından yeniden paylaşıyoruz.
Brezilya İşçi Partisi 1979’da kuruldu. İlk defa seçimlere girebildiği 1982 yılında oyların %3’ünü aldı. 1988’de partinin adayı 10 milyon nüfuslu Sao Paulo kentinin belediye başkanlığını kazandı. 1989 başkanlık seçimlerinin ilk turunda eski bir metal işçisi olan parti adayı Lula, diğer 21 partinin adayları karşısında %17 oy alarak ikinci sırada, ikinci tur seçimlere kalma hakkı kazandı. Muhafazakâr aday karşısında oyların % 47’sini aldı. Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde, dünyanın endüstrileşmiş 8. ülkesi, Avrupa’nın birçok ülkesinden daha büyük işçi sınıfına sahip Brezilya’da, işçi sınıfı adına konuşan partinin yükselişini ve bir kitle partisi haline geldiğini görürüz. Parti önceki yıllarda seçimlerde kapitalist partilere karşı daha iyi bir durumda olabilir, parlamentoda daha güçlü olarak temsil edilebilirdi.
Perde arkasındaki diktatörlük
İşçi Partisi PT (Partido dos Trabalhadores) 1979’da kurulduğunda, Brezilya hala 1964’te iktidarı alan askeri diktatörlük yönetimi altındaydı. Diktatörlük altında geçen yıllarda, çoğu grev şiddetle engellenmiş, çok sayıda sendika lideri görevden uzaklaştırılmış, hapsedilmiş ve sürgüne gönderildi. Militanlar tutuklanmış ve işkence görmüştür. Bu yıllarda Brezilya’da reel işçi ücretleri yarıya düşerken sanayi hızla büyüdü.
Sendikalar, İtalyan faşist rejiminin çalışma yasalarından kopya edilerek hazırlanan 1940’ların, Vargas diktatörlüğünün çalışma yasalarına göre denetim altına alındı. Yeniden düzenlendi. Üye işçilerinin bir günlük ücretleri tutarında aldıkları yıllık aidatların büyük bir kısmı, sendika bürokratlarının keyfi harcamalarına, ancak küçük bir kısmı sendika kasasına gidiyordu. Sendikalara yalnızca şehirlerde oturan işçiler üye olabilirdi. Sendika örgütlerinin hükümetle yakın ilişkileri vardı. 1970’lerde güvenilir, gerçek sendikacı diye adlandırılan sendika içinden bir grup, işçiler içinde bir mücadele örgütlemeye ve buna önderlik etmeye çalıştılar. Bunlardan biri olan Lula, İşçi Partisi’nin en önde gelen sözcüsüydü. Ve işçi hareketinin gelişmesinin sembolü oldu.
Lula takma isimli, Luis Ignacio da Silva, 14 yaşında bir montaj fabrikasında çalışmaya başladı. Ağabeyi Komünist Parti üyesiydi ve Sao Paulo’nun endüstriyel banliyösü olan Sao Bernardo da Campo metal işçileri sendikasının lideriyle ilişkisi vardı. Lula 22 yaşındayken, ağabeyi ona sendika seçimlerine girmeyi teklif etti. Ve bu seçimi kazandı. 27 yaşında, sendika başkanlığına geldi. Fakat sendika bürokratlarının emri altındaydı. Bu durum 1977 de bozuldu. Ve Ford, 700 işçiyi işten çıkarınca seçimini işçileri savunmak yönünde yaptı.
Askeri diktatörlük altında, ekonomi hızla gelişirken kapitalistlerin gücü de kentli orta sınıfla beraber arttı. Askerler, diktatörlüğün, ekonominin ve burjuvazinin daha fazla gelişmesi için bir engel olduğuna karar verdiler. Ayrıca bir takım kapitalistlerde, sanayileşmiş şehirlerin burjuvaları aracılığıyla seçimlere doğrudan girmenin zorunlu olduğunu gördüler. Burjuva demokrasisi, işçilerin taleplerini bastırmak için yasaklardan daha etkili bir yoldu. Dahası Amerikan emperyalizmi, Brezilya askeri yönetimine, toplumsal dengelerin sürekliliğini sağlamak için daha fazla demokrasi uygulaması için baskı yapıyordu.
İlk önce ihtiyatla girişimde bulundular. Ve yalnızca iki partinin kuruluşuna izin verdiler. ARENA (Milli Yeniden Yapılanma İçin Birlik) askeri diktatörlüğü memnunlukla karşılayan, kabul eden muhafazakârların birliği ve MDB (Demokratik Brezilya Hareketi) eski sadık liberal muhalefet.
İşçi Partisi (PT)’nin oluşumu
Bütün bu koşullara rağmen işçi hareketi yükseldi. Dünyanın belli başlı otomobil şirketlerinin çoğu Ford, General Motors, Mercedes, Volkswagen vc Scania, 200bin işçileriyle birlikte Sao Paulo’nun güney sanayi banliyösünde, küçük bir alanda dev fabrikalarda toplanmışlardı. 1978’de 78bin işçi, ücretlerini, sürekli artan fiyatların üzerine çıkarmak için mücadeleye başladılar. Grev Komitesi seçildi ve kararlar çoğunluğun katılımıyla alındı. Ülkenin başka yörelerindeki işçiler de ücret artışı taleplerini yükselttiler.
Lula, metal işçilerinin lideri oldu. Onların hissettiklerini kolay anlaşılabilir ve etkili biçimde ifade edebiliyordu. Sonraki iki ay içinde 300bin metal işçisi Sao Paulo’da ve çevresindeki şehirlerde greve gitti.
1978 grevlerini takiben, Lula güvenilir sendika liderlerinin MDB (Demokratik Brezilya Hareketi)’ye karşı düşüncelerini şöyle ifade etti: “Bu ülkede liberallerin partisinin ülke sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Ben, büyük işadamları tarafından desteklenen bir partinin işçi sınıfının sorunlarını çözeceğine inanmıyorum. Ben, bankacılar tarafından desteklenen bir partinin dış borç faizleriyle ilgili sorunları çözeceğine inanmıyorum.”
Yeni sendikacıların çoğu, ülkenin siyasi hayatına müdahale etmenin aracı olmak istediler. Onlar, sendikaları otoriter devlete bağımlı kılan çalışma yasalarını yeniden düzenlemek, her önemli grevde devletle uyuşmazlığa giren sendikaların çalışmalarını bağımsızlaştırmak istediler. Lula bu istekleri şöyle dile getirdi: “Grevlerimizden şu sonucu çıkardık, politik kararlar sanayiciler tarafından alındığı sürece mücadeleci sendikalara sahip olmanın bir yararı yok. Sendikal kazançlarımızı arttırmak için politik güce ihtiyacımız var.”
İşçi Partisi (PT) resmen, 14 Ekim 1979 tarihinde kuruldu. Seçim yasası yeni bir partinin kurulmasını güçleştiriyordu. Partiye üye olmak isteyenler bireysel başvuruda bulunup, partiyi desteklediklerini beyan eden belge imzalamak zorundaydı. Sendikalar, partiye ekonomik destek olamazdı.
Geçici Ulusal Komisyon, Compinas (Sao Paulo’nun kuzey banliyösü) petrol işçileri lideri, değişik metal işçileri sendikalarının liderleri, Porto Aliegre banka işçileri sendikasının önderi, Osasco (Batı banliyösü) metal işçilerinin bürokratik önderliğe karşı hareketinin önderi, bir köylü lideri ve bir MDB(Demokratik Brezilya Hareketi) milletvekilinden oluşuyordu.
Sendika liderlerinden oluşan PT önderliği önemini, diktatörlüğü sarsan büyük grev dalgalarını yükselterek gösterdi.
Grev dalgaları sırasında PT’li sendika liderlerinin siyaseti
1979’da 3.2 milyon işçinin çoğu % 70’e yükselen enflasyona karşı tekrar greve gitti. Büyük fabrikalarda işçiler tarafından fabrika komiteleri seçildi ve 10 bin grevci işçinin sözcüleri, Sao Paulo’daki fabrikalarda çalışan metal işçilerini, fabrika dışına çekti. Sao Bernardo’da, binlerce metal işçisinden onlarcası miting yapmak için bölge futbol stadyumunda toplandı.
30 bin kişinin çalıştığı Volkswagen fabrikasındaki eylemi durdurmak için 2 bin jandarma uğraşırken büyük bir kalabalık da yolları ve otobüs duraklarını işgal etmişti. Hükümet, olaylara müdahale etti ve askeri kuvvetler bölgeye gönderildi. Lula ve diğer üst düzey sendikacılar görevden uzaklaştırıldı.
1 Mayıs günü yeniden bir araya gelen 150 bin işçi, caddelerde protesto gösterileri yaptılar. Yeniden greve gidip gitmeme konusunda karar vermek için bir miting düzenlendi. 70 bin işçi stadyumda tekrar greve çıkmak için hazır bekliyordu. Fakat Lula ve diğer sendikacılar, işverenin, işçilerin dayanabileceğinden daha uzun bir greve gönüllü olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle onlar işverenin son teklifini gündeme getirdiler.
Metal işçilerinin önderlerinden biri işverenin önerisini açıklayan ve kabul edilmesinden yana tavır koyan bir konuşma yaptı. Lula oylamaya gitti ve daha sonra alacağı kararlar için güvenoyu aldı. Fakat işçiler oylarıyla ne greve gidilip gidilmemesi konusunda, ne de işverenin önerisinin kabul edilmesi yolunda bir belirlemeye gitmediler. Konuşmacı daha konuşmasını bitirmeden, dinleyicilerin yarısı stadyumu boşaltmıştı.
Başka bir deyişle diktatörlüğü sarsan ve işverenlere haklılığını kabul ettiren büyük grev dalgasından bir yıl sonra, Lula gibi yeni sendika önderlerine karşı işçilerin güvensizliği ortaya çıktı. Denebilir ki; onların gelişimi hatasız olmadı. Bunu gerçekten öğrenmenin tek yolu; işçilerin önüne oylamaya koymaktı. Bu, onların kendileriyle işçiler arasına mesafe koymaya eğilimli ve işçilerin kendi mücadelelerini kontrol etmelerini engellemeye açık oldukları anlamına gelmemeli.
1983’de mücadelede yeniden büyük bir yükselme oldu. Ve yeni sendika liderleri tarafından, aynı tavır alındı. 6 Temmuz da Campinas petrol rafinerisi işçileri, kamu işçilerinin güvenlik haklarını ellerinden alan yeni bir yasaya ve IMF müdahalesine karşı ulusal egemenlik için greve başladılar. Hükümet, müdahale etti ve sendika liderlerini görevden aldı. 7 Temmuz da Sao Bernardo’da, Volkswagen, Ford, Mercedes ve Scania fabrikalarında çalışan metal işçileri, fabrika dışına çıktı ve yürüdü. İşçiler 3 büyük gösteri düzenledi. 10 bin kişilik büyük bir kitlenin katılımıyla sanayi bölgesindeki motor, kimya, cam ve ayakkabı sanayi tamamen durdu. Hükümet müdahale etti, sendika binalarına ve parasına el koydu. Sao Paulo eyaletinin MDB hükümeti 18 bin polisle şehri kontrol altına aldı ve sığınma yerleri olan kiliselere girdi. Sendika liderleri, grev arifesinde tutuklanmıştı ve sendika merkezlerinde de yönetimi hükümet ele geçirmişti.
Stadyumda ne yapılacağına karar vermek için bir miting düzenlendi. İşçiler stadyuma vardıklarında, sendika liderlerinin temsilcileri, grevin çok fazla olacağını, onun yerine 21 Temmuz’da yalnızca 1 günlük grev yapılmasına karar vermişlerdi. İşçilerin askıya alınan grevleri konusunda fikirlerini söylemelerine fırsat tanınmadı, kararı çok az kişi aldı. Lula mahkumiyeti sona erince, 21 Temmuz genel grevini ilan eden Sao Paulo metal işçileri sendikasının başındaki güçlü bir bürokratla birlikte televizyona çıktı.
Parti içi yönetim
PT kuruluşunda tamamen parti içi demokrasiye yer vereceklerini açıklamıştı. Gerçekte bunun işlevi diğer işçi partilerinde tamamen uygulanmasa da, onlarınkiyle aynıydı.
PT militanları, parti toplantılarına yılda bir iki defa kongre delegelerini seçmek için gelirler, parti çalışmalarına da, seçimler ve diğer büyük kampanyalar sırasındaki etkinlikleriyle katılmış olurlar.
Bazı federal milletvekilleri ve MDB’nin sol kanat milletvekilleri de PT’ye katıldılar. Böylece yeni parti PMDB (Brezilya Demokratik Hareket Partisi), İşçi Partisi olarak seçimlere girmeden, kendi çıkardığı adaylar oy alıp seçilmeden, parlamentoda temsil edilmeye başladı. Bu milletvekilleri, eski partilerinin liderlikleriyle uyuşan kişilerdi ve PT içinde sorunlara sebep oldular.
1982 seçimleri kampanyasında bir federal milletvekili, siyasi tartışmalar için yerel birimler oluşturmanın tamamen zaman kaybı olduğu görüşünü savundu. Bir diğer hata da, radikal seçim kampanyasının başarısızlığıydı.
Sonraki yıl, bazı milletvekilleri, Rio de Janeiro ve Sao Paulo’da hükümete karşı burjuva liberalleriyle ittifaka gidilmesini istedi. Bu milletvekilleri parti içindeki sol kanadın rolünden hoşnutsuzdu. Bunlar, parti kongresinde oy kullanma hakkının bütün parti üyelerine değil, partinin parlamentoda ve diğer seçimlerde kazanan üyelerine tanınması gerektiğini iddia ettiler.
PT üyesi sendika liderleri, bu milletvekillerini başlangıçta partiye çekmişlerdi çünkü bunların yeni partinin güvenilirliği için zorunlu olduğunu düşünüyorlardı. Fakat beraberlerinde partiye sürekli sağa doğru bir baskı getirdiler.
Sonunda 1984’de daha önceki PMDB’den gelen milletvekillerinin diğer partilerle yaptıkları parlamento içi manevralar, bu milletvekillerinin açıkça PT disiplininden ayrılmalarında yol açtı. Olağanüstü parti kongresinde dışlanınca, Ulusal yürütme kurulunun görüşlerine karşı olarak partiden ayrıldılar ve çoğu PMDB’deki eski yerlerine geri döndüler.
1983 başında, partideki asıl lider grubu kendisini “Kanallar Üstü” olarak adlandırmaya başladı. Bu durum hem partideki (%10 aktif üyesi olan) devrimci gruplara karşı, hem de partideki milletvekillerine, sağa karşı bir tepkiydi. Bu grup işçi sendikalarının aktif üyelerinden, entelektüellerden, Katoliklerden ve Lula’dan oluşuyordu. Grubun sola karşı aldıkları tavır, sağa karşı aldıkları tavırdan daha belirgindi.
PT liderliği, daha baştan sol kanadı parti disiplinine uymaya zorlamak eğilimindeydi. Parti içindeki eğilimlerin tartışmasından sonra, parti içinde partilere yer olmadığı biçiminde bir anlayış ortaya çıktı. Partinin içinden farklı eğilimler çıkabilir, fakat bunlar partide kalamazdı.
Demokratik bloğun sol kanadı
PT, askeri diktatörlük altında doğdu ve diktaya karşı mücadelede rol aldı. PT’nin en büyük parlamento dışı etkinliği ise 1984’de yürütülen, “Başkanın doğrudan seçimi” için kampanya oldu. Askeri hükümet, yönetimi sivil görünümlü bir hükümete devretmeyi istiyordu ve dönemin parlamenterleri tarafından, cumhurbaşkanını kendilerinin seçmesini öngören bir seçim yasası hazırlanmıştı. PMDB’nin sol kanadı ve PDT (İkinci Enternasyonale bağlı, Demokratik İşçiler Partisi) ise bu yasaya karşı başkanın doğrudan seçilmesini amaçlayan dev bir kampanya başlattılar. 15 Kasım 1983’de düzenlenen kitlesel gösteri için PT’yi de çağırdılar.
Gösteriler göz kamaştırıcıydı. 1.5 milyonu Rio de Janeiro’da ve 2 milyonu Sao Paulo’da olmak üzere 5 milyon kişi sokaklara döküldü. Ve PDT’den Brizola (bu kişi Rio de Janeiro eyaletinin yöneticisiydi) açık açık; gösterilere son verilmesi yönünde duyurular yaptırdığında, PT gösterilere devam kararı alıyor ve 200 bin kişinin katıldığı gösteriler düzenleyebiliyordu. Kampanya sırasında kitleler, meydanlarda, milli bayrakları salladı ve milli marşı söyledi. PT ise bu milliyetçi duyguları kullanmaktan kaçınmadı, hatta bu durumdan dolayı memnuniyetini gizlemedi. Ülkenin toplumsal ve ekonomik durumuyla ilgili, hatta IMFnin borç ödemeleri konusundaki baskıları hakkında çok az şey söylendi.
Doğrudan seçimlerin uygulanabilmesi için, ulusal mecliste üçte iki oy çokluğu gerekiyordu. Değişiklik başarılamayınca PMDB’nin sol kanadı, gösterilere bir an önce son vermeyi ve parlamentodaki seçime katılmayı istedi. Tancredo Neves’i, diktanın adayına karşı başkan adayı olarak çıkardılar. Neves’in adaylığının desteklenip desteklenmeyeceği sorunu PT’de uzun uzun tartışıldı. Lula ve partinin önde gelen liderleri, diktanın adayına karşı “tek aday” ile çıkılması gerektiğini savundular. PT bir yandan doğrudan seçimler konusunu canlı tutmaya çalışırken, diğer yandan (!) Neves ile işçilerin isteklerini içeren bir program üzerinde anlaşabilmek için müzakerelere oturdu. Sonuçta PT, Neves’in adaylığına karşı çıkmaya karar verdiyse de, parti çoktan önemli zararlara uğramıştı. Burjuvazi, Neves’i desteklemek için devasa gösteriler düzenlemekte hiç gecikmedi. Aynı milli bayrak ve marşlar, sokaklardaki milyonların coşkulu desteklerini Neves’e yönlendirmek için başarılıyla kullanıldı. Bu yöntemin başarısının kanıtı ise Neves’in zaferi oldu.
PT, bu kampanyada işçi sınıfının bağımsız politikasını ortaya koyma şansına sahipti. 1979 yılından sonra yaşanan en büyük grev dalgasının 1984 yılı boyunca sürüp gitmesi, işçi sınıfının toplumsal istekleriyle “doğrudan seçim’ kampanyası arasında bağ kurulabilmesi olanağının varlığını, şüpheye yer bırakmayacak biçimde ispatladı. Ancak, PT bu olanağı değerlendirmek yerine, diğer partilerle onların çizgisinde bir ittifak aradı. Böylece, süreç PT’nin işçi sınıfını burjuva politikacılarının kuyruğuna takmasıyla sonuçlandı.
PT seçimlerde
PT’nin Kuruluş Bildirgesinde deniliyordu ki: “…partinin seçimlere katılması ve olası parlamenter çalışmaları, partinin sömürülen kitleleri ve onların sınıf mücadelesini örgütleme anlayışı tarafından belirlenir ve koordine edilir.” 1982’deki ilk seçim deneyiminde PT, seçimlerin işçiler için gerçek değişiklikler getiremeyeceğini söyledi. Öne çıkan sloganları ise şunlar oldu; “Toprak, İş, Özgürlük!”, PT, patronsuz bir partidir!” “Çalışmayı bilenler, yönetmeyi de bilirler!”, “İşçiler, bir işçiyi seçin!” “Oylar 3 numaraya (PT’ye), diğerleri burjuvalardır.” PT adayları içinde, fabrikalarda işçi olanların sayısı ve oranı diğer herhangi bir partininkinden çok daha fazlaydı. Televizyondaki tanıtım programlarında, adayların özgeçmişleri okunurken, parti tarafından, kim dikta tarafından sürgüne gönderilmişti, kim hapishaneye kapatılmıştı ve kim grevlere öncülük etmişti, tek tek açıklandı. PT adaylarının çoğu gösterişsiz, fakir görünümlü ve kötü giyimliydiler. Kampanya sırasında; fabrika kapılarında pek çok propaganda noktası oluşturuldu, buralardan işçilere broşürler dağıtıldı. Fabrika önlerinde küçük toplantılar, gösteriler düzenlendi. Ayrıca geniş katılımlı toplantılar ve mitingler yapıldı.
1982 seçimlerinde, PT oyların %3,2’sini aldı. Bu oran 1,4 milyon oya denk düşmektedir. Parti yönetici ve militanlarının çoğu bu sonuç karşısında şaşkına döndüler, yaygın bir moral bozukluğu oluştu. Seçim sonuçları değerlendirilirken en çok, “İşçiler bir işçiyi seçin” sloganının birçok açıdan partiye sempati duyabilecek pek çok seçmeni partiden soğuttuğunu ve partinin zavallı görüntüsüne yol açtığını ileri süren fikir rağbet gördü. Sonuç olarak, bu moral bozukluğuna karşı çıkması ve bir işçi sınıfı partisi için seçimlerde elde edilen başarının, asıl belirleyici unsur olmadığı perspektifini savunması gereken PT yönetimi, bunun yerine işçi sınıfı çizgisinden çıkmayı tercih etti.
1985 seçimlerinde, PT daha çok orta sınıflardan adaylar belirledi ve kampanyasını vatandaşlık sorunları, sosyal adalet, yerel sorunlar gibi konular etrafında sürdürerek orta sınıftan seçmenleri cezbetmeyi amaçladı. Bu seçimlerde sendika önderi adayı sayısı oldukça azdı.
1989 başkanlık seçimlerinde, Lula’nın ilk turda ikinci olarak, ikinci tura katılma hakkı kazanmasından sonra, PT, kampanya için kendi sağındaki partilerle bir koalisyon oluşturdu. Koalisyon, ilk turda, özellikle Sao Paulo eyaletinin orta sınıfından destek bulan ve 7 milyon oy alan Mario Covas’ın başında bulunduğu Brezilya Sosyal Demokrat Partisi’ni de içeriyordu. Covas, Brezilya’nın, ekonomiyi harekete geçirecek bir kapitalist şoka ihtiyacı olduğuna inanan bir politikacıydı.
Sonunda PT, Covas ve PDT’den Brizola ile istediği ittifakı elde etti. Ödediği bedel ise toprak reformu konusundaki ve dış borçlar sorunu hakkındaki politikalarını sulandırması ve geriye çekmesi oldu. Gelecekteki bir Lula hükümetinin, borçlar konusunda yapacağı tek şey, faiz eklemelerini askıya almak olacaktır ki; Sarney hükümeti bunu zaten yapmıştır. Kampanya boyunca, var olan borçların yaklaşık %40’ının haksız olduğu ve bunun 1979-84 arasındaki yüksek faiz oranlarından kaynaklandığı söylendi. Bu demektir ki; olası bir Lula hükümeti, 70 milyar dolar borç ödemeyi kabul etmiştir. Zira bu miktar, haklı ve kabul edilebilirdir!
Lula, ücretleri ve fiyatları denetim altında tutabilmek için, hükümet, sendikalar ve işverenlerden oluşan bir paktın gerektiğini düşünmektedir. Ayrıca, Lula kürtaja karşı olduğunu da ispatlamış ve Kurucu Meclis’te kürtaj aleyhinde oy kullanmıştır. Tüm bunlarla, Lula, sıradan, sosyal demokrat reformist bir politikacı olduğunu göstermiştir. Partinin yeni kurulduğu, hükümete katılmak gibi bir olasılığın çok uzaklarda olduğu bir dönemde, sömürüye son vermekten, işçilerin iktidarı almasından dem vurmak çok kolaydır. Fakat başkanlık gücü, ellerinin ulaşabileceği kadar yaklaştığında, parti, burjuva toplumuna dostluğunu kanıtlamak için alelacele programını değiştirdi. Elbette ki, PT’nin ilk turda diğer partilere oy veren seçmenleri kazanmaya çalışması eleştirilemez, ancak önemli olan, bunun hangi sınıf temelinde yapıldığıdır.
İşçi Partisi, devlet ve ordu
1987’de toplanan Kurucu Meclis’te PT, 33 temsilciye sahipti. Yıllar önce, Lula; “Partimiz, işçi sınıfı iktidarı ele alıncaya, sosyalist toplumun kurulacağı o güne dek ‘Hayır’ diyen bir parti olacak” demişti. Kurucu Meclis’te PT, ileriye dönük ölçütler belirledi. Ordunun yalnızca ülke dışından müdahalelere karşı kullanılması gerektiğini ve ülke içinde düzeni sağlamak amacıyla müdahalede bulunmasının yasaklanmasını istedi. Ancak, bu yasağın anayasaya konulması, vahşi bir diktatörlüğü 20 yıldır uygulayan ve sonunda iktidarı bırakmayı kabul eden bir ordu için pek önemli değildi. Yeni anayasa oylanmadan önce, PT, eğer işçi haklarında kısıtlamalara gidilirse, kendilerinin anayasaya “Hayır” oyu vereceklerini açıkladı. Anayasaya “Hayır” dedikleri gibi, anayasanın altına imzalarını da koymayarak onu geçersiz sayacaklarını söylediler. Oysa yeni anayasa, tarım reformu konusunda diktanın Toprak Yasası’ndan bile geri bir konumdaydı. Ve genel olarak, yeni anayasa burjuva devletini sağlamlaştırmaktaydı. Bu yüzden de, ordunun, iç düzene müdahale işlevi, anayasada yer almadı. PT oylamada anayasaya “Hayır” oyu verdi, fakat anayasanın geçerliliğini tanımak anlamına gelen imzaları atmayı da kabul etli.
Başlangıçta yeni anayasaya karşı olduğunu söyleyen PT, sürecin sonuna geldiğinde anayasanın altına imza atıyordu.
Orduyla ilgili olarak, şu olay önemli ipuçları içeriyor; 1987’de Lula, Escola Superior de Guerra’dan önce davranarak, Birinci Askeri Koleji ziyaret etti, bu kolej, 1964 darbesinin sorumlularındandı. 23 Haziran 1987 tarihli, Journal de Brazil’de yazıldığı gibi; “Generallere göre, Lula radikal değildir, onun pek çok konuda yaptığı tek şey ‘keşke öyle değil de böyle olsaydı’ demek olmuştur.”
Azgelişmiş bir ülkede sosyal demokrasi
PT liderleri, partilerinin 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’da kurulan sosyal demokrat partilerden farklı olduğunu iddia ederler. PT liderleri, bu partilerin, Avrupa ülkelerinin emperyalist gelirleri temelinde yükseldiklerini öne sürerler. Reformizm, ileri düzeyde sanayileşmiş ve sömürgelerden büyük kâr transferleri gerçekleştiren Avrupa ülkelerinde beslenir, buralarda can bulabilir.
Elbette, Brezilya’nın durumunun Avrupa’nın sanayileşmesini daha 1. Dünya Savaşı’ndan önce tamamlayan ülkelerinden farklı olduğu doğrudur. Bu ülkelerde, sanayileşme döneminde, işçi sınıfının yürüttüğü ve sosyal demokrasinin önderliği altında olan sınıf mücadelesinin, işçilerin yaşam standartlarında esaslı bir artışı getirmiş olması nedeniyledir ki; sosyal demokrasi çalışan sınıfın birçok kuşağını kazanmıştır.
Bugün Brezilya’da, işçi sınıfının sosyal ağırlığı, Avrupa ülkelerinde sosyal demokrasinin güçlendiği zamanlardakine eşit olduğu halde, Brezilya azgelişmiş bir ülke ve emperyalizmin bir kurbanı olarak kalmıştır. Bu gerçek, kendisini borç ve enflasyon krizleriyle gösteriyor. Ülkenin dış borcu, 110 milyar doları buluyor. Tarımsal ve sanayi ürünleri ihracatından elde edilen gelirin çoğu, dış borcun faizinin ödenmesinde kullanılmakta. Tüketici fiyatları 1989’da %1,800 artarken; 1980’lerin toplam enflasyonu %39.043.765 gibi akıl almaz bir orandır.
Sınıf mücadelesinin, son on yılda belirgin bir artış göstermiş olmasının nedeni; Brezilya işçi sınıfının yaşam standartlarının, zaten pek yüksek olmadığı son 20 yıldan daha aşağıya çekilmiş olmasından dolayı duyduğu rahatsızlıktır. 1978’de, 500 bin olan grevci sayısı, 1979 ve 1983’de 3 milyona, 1985’de 6 milyona, 1986’da 8 milyona ve 1987’de ise 12 milyona yükseldi. Bu sayı 1988’de biraz azalırken, 1989’da hala çok yüksektir. Bu rakamlar, işverenlerin 20 milyon kişinin katıldığını söylediği, Mart 1989’daki iki günlük genel grev gibi genel grevleri kapsamıyor.
Askeri dikta, 1978’e kadar, gerçek işçi ücretlerini yarıya düşürmeyi başarmıştı. Son on yılda, milyonlarca ve milyonlarca işçinin her geçen gün daha da çoğalarak sürdürdükleri grevler, ancak gerçek ücretlerde yeniden olabilecek gerilemeleri engelleyebildi.
Brezilya’nın durumu farklı. Ancak bu, PT’nin gerçekten farklı bir parti olduğu anlamına gelmez. PT’nin geçen başkanlık seçimindeki vaatleri ve programı, partinin amacının bir toplumsal uzlaşmayı hazırlamak ve sağladığı güçle, sertlik politikasını sürdürmek olduğunu ortaya koydu. Benzer bir şekilde, nerde olursa olsun sosyal demokrasi iktidarı aldığı her defasında, burjuvazinin ihtiyaçlarına hizmet ettiler ve işçi sınıfı mücadelesine karşı devletin gücünü kullandılar. İşte bu anlamda, PT, emperyalistlerin sosyal demokrat partilerinin kuzenidir. Belki de, Avrupa sosyal demokrasinin, burjuvazinin elinde olması için on yıllar gerekirken, PT’nin bu değişimden birkaç yılda geçebilmiş olması aralarındaki en önemli farkı oluşturur.
Bilindiği gibi, Avrupa sosyal demokrat partileri oluşurken, çoğu kendilerini devrimci ve Marksist olarak nitelediler. Ancak PT, başlangıcından beri devrimci olmadığı ve Marks’tan bahsetmediği içindir ki; hiçbir zaman Marksizm’e ihanet etmiş olmadı.
Bugün, Brezilya’da birçok devrimci akım var. İşçi sınıfı için arzu edilen, onların, sosyalizm için uluslararası mücadele ve bir işçi devrimi zorunluluğunu açıkça öne çıkaran gerçek devrimci bir partiyi oluşturabilmeleridir. Bu akımlar, bugün PT liderliğince temsil edilen engeli açık bir şekilde görebilirlerse ve bu planı işçi sınıfıyla birlikte gerçekleştirebilirlerse, ancak o zaman bunu yapmayı başarabilecekler. Kuşkusuz, işçi sınıfı militanlarından on binlercesi, İşçi Partisi içinde faaliyet göstermektedir. Bugün, kritik bir durum içinde bulunan Brezilya’da bu olanak, PT içinde çalışan ve dışında bulunan binlerce militanın başarısıyla, gerçek devrimci bir partide gerçekleştirilebilir.
İlk kez Fransa’da Mayıs 1990’da “Lutte de Classe” dergisi tarafından yayınlanan bu makale, Sınıf Mücadelesi Yayınları tarafından Şubat 2014 tarihinde yayınlanmıştır.